Thursday, February 21, 2013

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı -Bilgi Notu-


20.2.2013


Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı
-Bilgi Notu-

Doğaseverler Kanun Tasarısı’na neden karşı çıkıyor?

Ülkemizin doğa koruma konusunda çerçeve bir kanuna ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ihtiyaç, uzun yıllardır bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşları, ilgili bakanlıkların birimleri ve konuyla ilgili akademisyenler tarafından sıkça dile getirilmektedir.
Bu yöndeki ilk çalışma, 2003 yılında Dünya Bankası fonu olan GEF destekli Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi sürecinde başlamıştır. Başlangıçta “Doğa Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik Kanunu” olarak bilinen kanun tasarısı 2013 yılına kadar dört kez değişmiş, amacından saparak tanınmayacak hale gelmiştir. Kanun Tasarısı mevcut haliyle, doğa koruma açısından son derece sakıncalı unsurlar içermekte ve doğaseverlerde kaygı uyandırmaktadır.

2003 yılında hazırlık çalışmalarına başlandığında söz konusu Kanun’un temel hedefleri aşağıdaki gibi tanımlanmıştır:
  • Ülkemizde biyolojik çeşitliliğin ve doğanın daha etkili korunması için kurumsal ve yasal çerçeve oluşturmak,
  • Doğa ve biyolojik çeşitliliğin dağınık halde bulunan mevzuatını tek bir yasa çerçevesinde toplamak,
  • Türkiye’nin uluslararası süreçte taraf olduğu sözleşmeleri ve Avrupa Birliği uyum sürecinde yüklendiği taahhütleri daha etkili bir şekilde yerine getirmesini ve hayata geçirmesini sağlamak için gerekli yasal temeli oluşturmak.

Ancak, bugün geldiğimiz noktada Kanun Tasarısı, yukarıda ifade edilen hedefleri karşılamaktan uzaktır. Amaç, doğayı korumadan çok kullanmaya dönüşmüştür.

İsim aynı ama içerik farklı

2003 yılında “Doğa Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik Kanunu” için GEF Projesi çerçevesinde başlatılan hazırlık çalışmaları sürecine sivil toplum kuruluşları ve uzmanlar davet edilmiş, her aşamada görüşleri alınmıştır. Bununla birlikte, 2010 yılına kadar geçen zaman zarfında hazırlanan taslak gündeme gelmemiş, Bakanlığın öncelikleri arasına girememiştir. Aradan geçen 7 yılın ardından 25 Ekim 2010’da TBMM’ye sevk edilen "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu" incelendiğinde 2003 yılında taslağa destek ve katkı veren sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerinin dışarıda bırakıldığı ve Kanun metninin tümüyle yeniden yazıldığı görülmüştür. Adı aynı olmakla ve katılımcılıkla hazırlandığı iddia edilmekle beraber, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerini tamamen devre dışı bırakarak ilk hazırlanan metinden uzaklaşan Kanun Tasarısı, bütün doğaseverler tarafından büyük endişe ile karşılanmıştır.

Bu endişeleri dile getirmek ve sürece müdahil olmak üzere 95 ulusal/yerel sivil toplum kuruluşunun katılımıyla Tabiat Kanunu İzleme Girişimi oluşturulmuştur. TBMM Çevre Komisyonu tarafından oluşturulan Alt Komisyon çalışmalarına Tabiat Kanunu İzleme Girişimi adına iki temsilci düzenli olarak katılmış ve süreci takip etmiştir. Sivil toplum kuruluşları adına iki temsilci Alt Komisyon çalışmalarına katılım sağlamış olsa da, temsilcilere birçok konuda yeterince söz hakkı verilmemiş ve temsilcilerin önerileri çoğunlukla göz ardı edilmiştir. Sonuç olarak, TBMM’ye sunulan ilk taslaktan görece daha iyi bir taslak 16 Mart 2011 tarihinde Çevre Komisyonu’nda kabul edilmiştir. 12 Haziran 2011 Genel Seçim sürecinin de başlamasıyla birlikte TBMM tatile girmiş ve söz konusu tasarı kadük olmuştur (geçerliliğini yitirmiştir).


Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın Geçmişi
(5 farklı tasarı)

-          Birinci Tasarı: 2003 yılında yürütülen GEF destekli Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi kapsamında ilk tasarının hazırlanması (STK’ların görüş ve önerileri alınmıştır)
-          İkinci Tasarı: 25 Ekim 2010 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından TBMM’ye ikinci tasarının sevk edilmesi (STK’ların görüş ve önerileri alınmamıştır)
-          Üçüncü Tasarı: Aralık 2010-Mart 2010 arasında TBMM Çevre Komisyonu ve Alt Komisyon’da tasarının görüşülmesi, yeni bir tasarının oluşturulması ve 16 Mart 2011’de TBMM Çevre Komisyonu tarafından kabul edilmesi (Kısıtlı bir ortamda da olsa iki STK temsilcisi Alt Komisyon çalışmalarına katılmış ve görüşlerini dile getirmiştir)
-          Dördüncü Tasarı: 17 Mayıs 2012 tarihinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan son Tasarı’nın Bakanlar Kurulu kararıyla TBMM’ye sevk edilmesi (STK’ların görüş ve önerileri alınmamıştır)
-          Beşinci Tasarı: Mayıs-Haziran 2012 arasında TBMM Çevre Komisyonu’nda Tasarı’nın görüşülmesi, yeni bir Tasarı’nın oluşturulması ve 18 Haziran 2012 tarihinde TBMM Çevre Komisyonu tarafından kabul edilmesi (STK temsilcilerinin görüşleri dikkate alınmamış, muhalefet şerhlerine rağmen oy çokluğuyla tasarı kabul edilmiştir. Hâlihazırda gündemde olan tasarıdır.)


17 Mayıs 2012 tarihinde söz konusu Kanun Tasarısı aynı isimle yeniden TBMM gündemine gelmiştir. Ancak, gündeme gelen metin yine 2011 yılında Çevre Komisyonu’nda kabul edilen son metinden farklıdır. Bütün süreç genel anlamıyla değerlendirildiğinde, ülkemizin doğasının korunması için çok önemli düzenlemeler getiren ve toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren Kanun Tasarısı’nın hazırlık sürecinin katılımcılıktan uzak ve yalnızca Bakanlığın bilgisi ve kontrolü dahilinde gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum karşısında, 95 ulusal/yerel sivil toplum kuruluşu alarma geçmiştir.

Adı geçen Kanun Tasarısı’nın “yoğun bir istişare süreci ve sivil toplum kuruluşlarının ortaklığında hazırladığı” söylemi gerçeği yansıtmamaktadır.

Sivil toplum kuruluşlarının duyduğu kaygıların benzeri AB tarafından da ifade edilmiştir. Avrupa Komisyonu'nun 9 Kasım 2010 tarihinde yayınladığı Türkiye İlerleme Raporu'nda söz konusu Tasarı, “endişe yaratan” bir düzenleme olarak yer almıştır (2010 AB Türkiye İlerleme Raporu, sayfa 90, ikinci paragraf). 2012 yılının Ağustos ayında, Avrupa Komisyonu Politika Sorumlusu Octavian Stamate Tasarı’daki sorunlu noktalar konusunda kaygılarını ilerleme raporlarına da yansıttıklarını dile getirmiştir.

Talebimiz Nedir?

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı TBMM’den geri çekilmelidir. Tasarı, taraf olduğumuz uluslararası doğa koruma sözleşmeleriyle uyumlu bir şekilde Bakanlık koordinasyonunda bu alanda uzman sivil toplum kuruluşları, üniversite temsilcileri ve kamuoyu ile geniş katılımlı bir müzakere süreci içinde hızla yeniden hazırlanmalıdır.

Hangi madde, neden sakıncalıdır?

  1. Kanun Tasarısı doğa koruma çalışmalarını yönlendirebilecek, doğaya yönelik tehditleri ve çatışmaları (madenler, kentleşme, enerji-HES vb.) giderebilecek içerikten yoksundur. “Koruma” vurgusu çok zayıf ve yetersiz, “kullanma”ya yönelik düzenlemeler ağırlıktadır.
  2. Birçok belirleyici madde ve uygulamayla ilgili kritik hükümler gelecekte hazırlanacak yönetmeliklere bırakılmıştır. Bu durum Kanun Tasarısı’nın temel hedefini ve etkinliğini büyük ölçüde zayıflatmaktadır.

  1. “Doğal Sit” statüsü ortadan kaldırılmaktadır. Doğal sitler bugün Türkiye'de hala bakir kalmış kıyılara sahip olabilmemizin nedenidir. Bunun yanı sıra HES'ler başta olmak üzere, doğal sit alanlarında gerçekleştirilen ve doğaya zarar veren birçok müdahale, koruma kurulları ve mahkemelerce engellenebilmiştir.

  1. Tasarı’nın 6.maddesi olan “yeniden değerlendirme” kısmı endişe vericidir. 6. maddenin 1. bendinde “Gerçek veya tüzel kişilerin önerileri ile daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş korunan alanların sınırlarının değiştirilebileceği, kısmen veya tamamen farklı statü kapsamına alınabileceği veya koruma kararlarının kaldırılabileceği”, belirtilmiştir. Ülkemizdeki korunan alanların sayısı, zaten birçok Avrupa ülkesinin ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle kabul edilen hedeflerin gerisindedir. Ülke yüzölçümünün sadece %4-5’i civarında olan korunan alanlarımızın artırılması gerekirken, bu madde ile mevcut korunan alanlarımız da “korumasız” kalacaktır. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler (BM Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi gibi) ve AB yaklaşımı dikkate alındığında, Türkiye’nin zaten yeni korunan alanlar ilan etmesi ve bunları daha etkili bir şekilde koruması gerekmektedir. Tasarıda geçen “yeniden değerlendirme” adı altında mevcut korunan alanlarımızın dahi koruma güvencesinden mahrum kalması kabul edilemez.

  1. Tasarı’nın 8. Maddesinde yer alan “üstün kamu yararı” ifadesi son derece muğlâk ve suiistimale açıktır. Üstün kamu yararı adı altında doğal alanlara zarar verebilecek birçok yatırımın önü bu madde ile açılmaktadır. Halk sağlığı ve milli güvenlik gibi kritik konular “üstün kamu yararı” gerekçesi olarak kabul edilebilir. Ancak, 8. maddenin 4. bendinde “çevreye yarar” diye son derece muğlâk ve suiistimale açık bir ifade kullanılmıştır. Çevreye yarar ifadesine dayanarak madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok yatırımın kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi mümkün olacaktır.

  1. Tasarı’nın 9. Maddesinde yer alan “bilgilendirme ve katılım”a dair kısımda, herhangi bir alanda gerçekleştirilecek koruma ve planlama çalışmaları hakkında yöre halkı yalnızca bilgilendirilecektir. Söz konusu maddenin üst başlığı her ne kadar “bilgilendirme ve katılım” olsa da gerçekte yapılacak olan yukarıdan aşağıya bir bilgi verme sürecinden ibarettir. Tasarıya göre yöre halkının karar alma aşamalarında yeri yoktur. Gerçek anlamda katılım olması için bilgilendirme yapılmasının yanı sıra, paydaşların görüşlerinin dinlenmesi, işbirliği ve aktif katılımla karar alma ve uygulama sürecinin “birlikte” şekillendirilmesi gereklidir.

  1. Tasarı’nın 10. maddesinin 2. bendinde “Korunan alanda işletme yetkisi, kısmen, talepte bulunmaları halinde il özel idarelerine, belediyelere, bu Kanunun amacına uygun faaliyetler yürüten vakıf ve derneklere ilgili bakanın onayı ile devredilebilir veya geri alınabilir” denmektedir. Valiliklere bağlı İl Özel İdaresi’ne yapılan yetki devirlerinin onarılması imkânsız tahribata yol açtığı en son Bolu-Abant Tabiat Parkı örneğinde yaşanmıştır. Korunan alan yönetimi gibi son derece hassas ve dikkatle ele alınması gereken bir sorumluluğun, konunun uzmanı olmayan ve yeterli teknik bilgi birikimine sahip olmayan kurumlarca yerine getirilmesi ciddi ve geri dönüşü olmayan kayıplara neden olabilir.

  1. 2011 yılında TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edilen üçüncü tasarıda yer alan Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu, Mahalli Tabiatı Koruma Kurulları ve Tabiatı Koruma Bilim Heyeti mevcut tasarıdan çıkarılmıştır. Tasarı, koruma alanlarıyla ilgili karar süreçlerinin tamamında Bakanlığı tek yetkili kılmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin, yerel yönetimlerin hatta ilgili diğer kamu kurumlarının katılımı göz ardı edilmiştir. Tasarının 10. Maddesinde “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Danışma Kurulu”nun kurulması öngörülmüş ancak, kurulun teşkili, görevi ve ne şekilde işleyeceğiyle ilgili herhangi bir hüküm getirilmemiştir. “Kurulun oluşturulması, çalışmasına dair usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir,” şeklinde bir keyfilik öngörülmüştür. Bu durum çağdaş ve demokratik bir işleyişe uygun olmadığı gibi taraf olduğumuz sözleşmelerin “katılımcılık” ilkesini de göz ardı etmektedir.

  1. Tasarı’nın 20. maddesinde “Tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın yaşama alanına dönüştürülür” ifadesi açık bir biçimde bir alandaki tahribatın meşrulaştırılması ve tahribatın giderilmesi için yapılabilecek rehabilitasyon çalışmalarının zaafa uğratılmasına zemin hazırlamaktadır. “En yakın yaşam alanı” ifadesi bilimsel altlıktan yoksundur ve tam anlamıyla ne kast edildiği açık değildir.

  1. Tasarı’nın 29. Maddesinde “bu Kanun kapsamında giren alanlarda 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na göre kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm merkezi olarak ilan edilecek yerler için Bakanlığı uygun görüşü alınır” denilmektedir. Bu madde ile zaten ülke yüzölçümümüzün ancak %4-5’ini kaplayan korunan alanların “turizm teşvik” adı altında yapılaşmaya ve diğer insan kullanımlarına açılması mümkün kılınmıştır.

  1. Tasarı’nın 57. Maddesinde “9.8.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır” ifadesi yer almaktadır. 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesidir. Tasarı’da korunan alan statülerinden biri olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu alanların hangi usul ve esaslara göre yönetileceği, korunacağı belirsizdir. Milli Parklar Kanunu’nun bu Tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması hâlihazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Parklarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir. Özellikle, son dönemde sayıları hızla artan HESlere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanaktır ve bu düzenlemeyle beraber bu dayanak ortadan kaldırılmaktadır. Bakanlığın bu Tasarı yasalaştıktan sonra çıkarmayı planladığı yönetmeliklerin kamuoyu ve ilgili STK’larca önceden bilinmesi ve müdahale edilmesi mümkün olmayacağı için Milli Parklarımızı nasıl bir sürecin beklediği endişe uyandırmaktadır.