20.2.2013
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı
-Bilgi
Notu-
Doğaseverler Kanun Tasarısı’na neden karşı çıkıyor?
Ülkemizin doğa koruma konusunda çerçeve
bir kanuna ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ihtiyaç, uzun yıllardır bu alanda çalışan
sivil toplum kuruluşları, ilgili bakanlıkların birimleri ve konuyla ilgili akademisyenler
tarafından sıkça dile getirilmektedir.
Bu yöndeki
ilk çalışma, 2003 yılında Dünya Bankası fonu olan GEF destekli Biyolojik
Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi sürecinde başlamıştır. Başlangıçta “Doğa
Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik Kanunu” olarak bilinen kanun tasarısı 2013
yılına kadar dört kez değişmiş, amacından saparak tanınmayacak hale gelmiştir. Kanun
Tasarısı mevcut haliyle, doğa koruma açısından son derece sakıncalı unsurlar
içermekte ve doğaseverlerde kaygı uyandırmaktadır.
2003
yılında hazırlık çalışmalarına başlandığında söz konusu Kanun’un temel hedefleri
aşağıdaki gibi tanımlanmıştır:
- Ülkemizde biyolojik çeşitliliğin ve doğanın daha etkili
korunması için kurumsal ve yasal çerçeve oluşturmak,
- Doğa ve biyolojik çeşitliliğin dağınık halde bulunan
mevzuatını tek bir yasa çerçevesinde toplamak,
- Türkiye’nin uluslararası süreçte taraf olduğu
sözleşmeleri ve Avrupa Birliği uyum sürecinde yüklendiği taahhütleri daha
etkili bir şekilde yerine getirmesini ve hayata geçirmesini sağlamak için
gerekli yasal temeli oluşturmak.
Ancak, bugün geldiğimiz noktada Kanun Tasarısı, yukarıda
ifade edilen hedefleri karşılamaktan uzaktır. Amaç, doğayı korumadan çok
kullanmaya dönüşmüştür.
İsim aynı ama içerik farklı
2003
yılında “Doğa Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik Kanunu” için GEF Projesi
çerçevesinde başlatılan hazırlık çalışmaları sürecine sivil toplum kuruluşları
ve uzmanlar davet edilmiş, her aşamada görüşleri alınmıştır. Bununla birlikte,
2010 yılına kadar geçen zaman zarfında hazırlanan taslak gündeme gelmemiş,
Bakanlığın öncelikleri arasına girememiştir. Aradan geçen 7 yılın ardından 25
Ekim 2010’da TBMM’ye sevk edilen "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma
Kanunu" incelendiğinde 2003 yılında taslağa destek ve katkı veren sivil
toplum kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerinin dışarıda bırakıldığı ve Kanun metninin
tümüyle yeniden yazıldığı görülmüştür. Adı aynı olmakla ve katılımcılıkla
hazırlandığı iddia edilmekle beraber, ilgili sivil toplum kuruluşlarının ve
uzmanların görüşlerini tamamen devre dışı bırakarak ilk hazırlanan metinden
uzaklaşan Kanun Tasarısı, bütün doğaseverler tarafından büyük endişe ile
karşılanmıştır.
Bu endişeleri
dile getirmek ve sürece müdahil olmak üzere 95 ulusal/yerel sivil toplum
kuruluşunun katılımıyla Tabiat Kanunu İzleme Girişimi oluşturulmuştur. TBMM
Çevre Komisyonu tarafından oluşturulan Alt Komisyon çalışmalarına Tabiat Kanunu
İzleme Girişimi adına iki temsilci düzenli olarak katılmış ve süreci takip
etmiştir. Sivil toplum kuruluşları adına iki temsilci Alt Komisyon
çalışmalarına katılım sağlamış olsa da, temsilcilere birçok konuda yeterince
söz hakkı verilmemiş ve temsilcilerin önerileri çoğunlukla göz ardı edilmiştir.
Sonuç olarak, TBMM’ye sunulan ilk taslaktan görece daha iyi bir taslak 16 Mart
2011 tarihinde Çevre Komisyonu’nda kabul edilmiştir. 12 Haziran 2011 Genel
Seçim sürecinin de başlamasıyla birlikte TBMM tatile girmiş ve söz konusu
tasarı kadük olmuştur (geçerliliğini yitirmiştir).
Tabiat ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın Geçmişi
(5 farklı tasarı)
-
Birinci Tasarı: 2003
yılında yürütülen GEF destekli Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi
Projesi kapsamında ilk tasarının hazırlanması (STK’ların görüş ve önerileri alınmıştır)
-
İkinci Tasarı: 25
Ekim 2010 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından TBMM’ye ikinci
tasarının sevk edilmesi (STK’ların
görüş ve önerileri alınmamıştır)
-
Üçüncü Tasarı: Aralık
2010-Mart 2010 arasında TBMM Çevre Komisyonu ve Alt Komisyon’da tasarının
görüşülmesi, yeni bir tasarının oluşturulması ve 16 Mart 2011’de TBMM Çevre
Komisyonu tarafından kabul edilmesi (Kısıtlı
bir ortamda da olsa iki STK temsilcisi Alt Komisyon çalışmalarına katılmış ve
görüşlerini dile getirmiştir)
-
Dördüncü Tasarı: 17
Mayıs 2012 tarihinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan son
Tasarı’nın Bakanlar Kurulu kararıyla TBMM’ye sevk edilmesi (STK’ların görüş ve önerileri alınmamıştır)
-
Beşinci Tasarı:
Mayıs-Haziran 2012 arasında TBMM Çevre Komisyonu’nda Tasarı’nın görüşülmesi,
yeni bir Tasarı’nın oluşturulması ve 18 Haziran 2012 tarihinde TBMM Çevre
Komisyonu tarafından kabul edilmesi (STK temsilcilerinin görüşleri dikkate
alınmamış, muhalefet şerhlerine rağmen oy çokluğuyla tasarı kabul edilmiştir.
Hâlihazırda
gündemde olan tasarıdır.)
|
17 Mayıs
2012 tarihinde söz konusu Kanun Tasarısı aynı isimle yeniden TBMM gündemine
gelmiştir. Ancak, gündeme gelen metin yine 2011 yılında Çevre Komisyonu’nda
kabul edilen son metinden farklıdır. Bütün süreç genel anlamıyla
değerlendirildiğinde, ülkemizin doğasının korunması için çok önemli
düzenlemeler getiren ve toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren Kanun
Tasarısı’nın hazırlık sürecinin katılımcılıktan uzak ve yalnızca Bakanlığın
bilgisi ve kontrolü dahilinde gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır. Bu durum karşısında,
95 ulusal/yerel sivil toplum kuruluşu alarma geçmiştir.
Adı geçen Kanun Tasarısı’nın “yoğun bir istişare süreci ve
sivil toplum kuruluşlarının ortaklığında hazırladığı” söylemi gerçeği yansıtmamaktadır.
Sivil
toplum kuruluşlarının duyduğu kaygıların benzeri AB tarafından da ifade
edilmiştir. Avrupa Komisyonu'nun 9 Kasım 2010 tarihinde yayınladığı Türkiye
İlerleme Raporu'nda söz konusu Tasarı, “endişe yaratan” bir düzenleme olarak
yer almıştır (2010 AB Türkiye İlerleme
Raporu, sayfa 90, ikinci paragraf). 2012 yılının Ağustos ayında, Avrupa
Komisyonu Politika Sorumlusu Octavian Stamate Tasarı’daki sorunlu noktalar
konusunda kaygılarını ilerleme raporlarına da yansıttıklarını dile getirmiştir.
Talebimiz Nedir?
Tabiatı ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı TBMM’den geri çekilmelidir. Tasarı, taraf olduğumuz uluslararası doğa koruma sözleşmeleriyle
uyumlu bir şekilde Bakanlık koordinasyonunda bu alanda
uzman sivil toplum kuruluşları, üniversite temsilcileri ve kamuoyu ile geniş
katılımlı bir müzakere süreci içinde hızla yeniden hazırlanmalıdır.
Hangi madde, neden sakıncalıdır?
- Kanun Tasarısı doğa koruma çalışmalarını yönlendirebilecek,
doğaya yönelik tehditleri ve çatışmaları (madenler, kentleşme, enerji-HES
vb.) giderebilecek içerikten yoksundur. “Koruma” vurgusu çok zayıf ve yetersiz, “kullanma”ya yönelik
düzenlemeler ağırlıktadır.
- Birçok
belirleyici madde ve uygulamayla ilgili kritik hükümler gelecekte
hazırlanacak yönetmeliklere bırakılmıştır. Bu durum Kanun Tasarısı’nın temel hedefini ve
etkinliğini büyük ölçüde zayıflatmaktadır.
- “Doğal
Sit” statüsü ortadan kaldırılmaktadır.
Doğal sitler bugün Türkiye'de hala bakir kalmış kıyılara sahip olabilmemizin
nedenidir. Bunun yanı sıra HES'ler başta olmak üzere, doğal sit
alanlarında gerçekleştirilen ve doğaya zarar veren birçok müdahale, koruma
kurulları ve mahkemelerce engellenebilmiştir.
- Tasarı’nın 6.maddesi olan “yeniden değerlendirme” kısmı endişe vericidir. 6. maddenin 1.
bendinde “Gerçek veya tüzel
kişilerin önerileri ile daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş korunan
alanların sınırlarının değiştirilebileceği, kısmen veya tamamen farklı
statü kapsamına alınabileceği veya koruma kararlarının kaldırılabileceği”,
belirtilmiştir. Ülkemizdeki korunan alanların sayısı, zaten birçok Avrupa
ülkesinin ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle kabul edilen hedeflerin
gerisindedir. Ülke yüzölçümünün sadece %4-5’i civarında olan korunan
alanlarımızın artırılması gerekirken, bu madde ile mevcut korunan
alanlarımız da “korumasız” kalacaktır. Taraf olduğumuz uluslararası
sözleşmeler (BM Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Ramsar
Sözleşmesi gibi) ve AB yaklaşımı dikkate alındığında, Türkiye’nin zaten yeni
korunan alanlar ilan etmesi ve bunları daha etkili bir şekilde koruması
gerekmektedir. Tasarıda geçen “yeniden değerlendirme” adı altında mevcut
korunan alanlarımızın dahi koruma güvencesinden mahrum kalması kabul
edilemez.
- Tasarı’nın 8. Maddesinde yer alan “üstün kamu yararı” ifadesi son derece muğlâk ve suiistimale
açıktır. Üstün kamu yararı adı altında doğal alanlara zarar verebilecek
birçok yatırımın önü bu madde ile açılmaktadır. Halk sağlığı ve milli
güvenlik gibi kritik konular “üstün kamu yararı” gerekçesi olarak kabul
edilebilir. Ancak, 8. maddenin 4. bendinde “çevreye yarar” diye son derece muğlâk ve suiistimale açık bir
ifade kullanılmıştır. Çevreye yarar ifadesine dayanarak madencilik,
enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok
yatırımın kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi mümkün olacaktır.
- Tasarı’nın 9. Maddesinde yer alan “bilgilendirme ve katılım”a dair kısımda, herhangi bir alanda
gerçekleştirilecek koruma ve planlama çalışmaları hakkında yöre halkı
yalnızca bilgilendirilecektir.
Söz konusu maddenin üst başlığı her ne kadar “bilgilendirme ve katılım”
olsa da gerçekte yapılacak olan yukarıdan aşağıya bir bilgi verme
sürecinden ibarettir. Tasarıya göre yöre halkının karar alma aşamalarında
yeri yoktur. Gerçek anlamda katılım olması için bilgilendirme yapılmasının
yanı sıra, paydaşların görüşlerinin dinlenmesi, işbirliği ve aktif
katılımla karar alma ve uygulama sürecinin “birlikte” şekillendirilmesi
gereklidir.
- Tasarı’nın 10. maddesinin 2. bendinde “Korunan alanda işletme yetkisi,
kısmen, talepte bulunmaları halinde il özel idarelerine, belediyelere, bu
Kanunun amacına uygun faaliyetler yürüten vakıf ve derneklere ilgili
bakanın onayı ile devredilebilir veya geri alınabilir” denmektedir. Valiliklere
bağlı İl Özel İdaresi’ne yapılan yetki
devirlerinin onarılması imkânsız tahribata yol açtığı en son
Bolu-Abant Tabiat Parkı örneğinde yaşanmıştır. Korunan alan yönetimi gibi
son derece hassas ve dikkatle ele alınması gereken bir sorumluluğun,
konunun uzmanı olmayan ve yeterli teknik bilgi birikimine sahip olmayan
kurumlarca yerine getirilmesi ciddi ve geri dönüşü olmayan kayıplara neden
olabilir.
- 2011 yılında TBMM Çevre Komisyonu’nda kabul edilen
üçüncü tasarıda yer alan Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu, Mahalli Tabiatı
Koruma Kurulları ve Tabiatı Koruma Bilim Heyeti mevcut tasarıdan
çıkarılmıştır. Tasarı, koruma alanlarıyla ilgili karar süreçlerinin
tamamında Bakanlığı tek yetkili kılmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin, yerel
yönetimlerin hatta ilgili diğer kamu kurumlarının katılımı göz ardı edilmiştir. Tasarının 10. Maddesinde “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Danışma
Kurulu”nun kurulması öngörülmüş ancak, kurulun teşkili, görevi ve ne
şekilde işleyeceğiyle ilgili herhangi bir hüküm getirilmemiştir. “Kurulun
oluşturulması, çalışmasına dair usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir,”
şeklinde bir keyfilik öngörülmüştür. Bu durum çağdaş ve demokratik bir
işleyişe uygun olmadığı gibi taraf olduğumuz sözleşmelerin “katılımcılık”
ilkesini de göz ardı etmektedir.
- Tasarı’nın 20. maddesinde “Tabii durumuna uygun hale getirilemeyen alanlar buna en yakın
yaşama alanına dönüştürülür” ifadesi açık bir biçimde bir alandaki
tahribatın meşrulaştırılması ve tahribatın giderilmesi için yapılabilecek
rehabilitasyon çalışmalarının zaafa uğratılmasına zemin hazırlamaktadır. “En
yakın yaşam alanı” ifadesi bilimsel altlıktan yoksundur ve tam anlamıyla
ne kast edildiği açık değildir.
- Tasarı’nın 29. Maddesinde “bu Kanun kapsamında giren
alanlarda 2634 sayılı Turizmi
Teşvik Kanunu’na göre kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve
turizm merkezi olarak ilan edilecek yerler için Bakanlığı uygun görüşü
alınır” denilmektedir. Bu madde ile zaten ülke yüzölçümümüzün ancak
%4-5’ini kaplayan korunan alanların “turizm teşvik” adı altında yapılaşmaya
ve diğer insan kullanımlarına açılması mümkün kılınmıştır.
- Tasarı’nın 57. Maddesinde “9.8.1983 tarihli ve 2873
sayılı Milli Parklar Kanunu
yürürlükten kaldırılmıştır” ifadesi yer almaktadır. 2873 sayılı Milli
Parklar Kanunu, ülkemizde doğa koruma konusundaki en önemli yasal
düzenlemelerden bir tanesidir. Tasarı’da korunan alan statülerinden biri
olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu alanların hangi usul
ve esaslara göre yönetileceği, korunacağı belirsizdir. Milli Parklar
Kanunu’nun bu Tasarı ile birlikte yürürlükten kaldırılması hâlihazırda
zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Parklarımızı olumsuz
biçimde etkileyecektir. Özellikle, son dönemde sayıları hızla artan
HESlere karşı açılan davalarda Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanaktır
ve bu düzenlemeyle beraber bu dayanak ortadan kaldırılmaktadır. Bakanlığın
bu Tasarı yasalaştıktan sonra çıkarmayı planladığı yönetmeliklerin kamuoyu
ve ilgili STK’larca önceden bilinmesi ve müdahale edilmesi mümkün
olmayacağı için Milli Parklarımızı nasıl bir sürecin beklediği endişe
uyandırmaktadır.