AVRUPA’DA TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE KORUNMASI
Prof. Dr. Mehmet Tunçer [1]
İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar binlerce
yıllık uygarlık tarihi içinde insanın doğrudan veya doğa ile birlikte yarattığı
değerler, bugün “kültürel ve doğal miras” olarak adlandırılır. Bu değerlerin
korunması, çağımızda insanlığın ortak sorunudur ve üzerinde önemle durulması
gereken bir konudur. Kültürel ve doğal mirasın korunması konusunda uzmanlık
alanları ortaya çıkmış konu ile ilgili ölçütler belirlenmiş, hukuki ve yasal düzenlemeler
yapılmaya başlanmıştır.
Koruma kavramının geçmişi çok eski devirlere dayanmakla
birlikte, çağdaş korumanın kuramsal temelleri 20. yüzyılda atılmış, İkinci
Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde Avrupa’da kentsel koruma çabaları hız kazanmıştır.
Koruma alanında uluslararası platformda yapılan çalışmaların ilk adımı,
‘Uluslararası Müzeler Örgütü’ tarafından 1931 yılında Atina’da toplanan ‘I.
Uluslararası Tarihi Anıtların Korunması ile İlgili Mimar ve Teknisyenler
Konferansı’nda atılmıştır. ‘Atina Konferansı’ olarak da bilinen bu
toplantıda önemli tarihi anıtlara fon oluşturan çevrelerin, yapı gruplarının ve
bazı özellikleri olan güzel görünüşlü manzaraların korunması önerilmiş, bu
ilkeler bütünü 1932 yılında İtalya’da ‘Carta del Restauro’ olarak yasal
bir kimlik kazanmıştır. 1964 yılında kabul edilen Venedik Tüzüğü korumada en
önemli belgelerden biridir.
1965 yılında kültür varlıklarına
ilişkin araştırma, dokümantasyon ve teknik yardımla ilgili olarak ICOMOS Vakfı
(International Council on Monuments and Sites)[2]
kurulmuştur. UNESCO tarafından 1972 yılında düzenlenen konferansta “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının
Korunmasına Dair Sözleşme” imzalanmıştır[3].
Avrupa Konseyi, Mimari Miras konusunda bir takım kararlar
almış, bu kararlara göre ülkelerce oluşturulması gereken yasal prosedürler
ortaya konulmuştur. Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü tarafından düzenlenen Genel Konferans 17 Ekim-21
Kasım 1972 tarihleri arasında Paris’te toplanmış “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” imzalanmıştır.
Bu sözleşme ile Kültürel varlıkların önemi ve giderek bozuldukları belirtilmiş
ve koruma için işbirliği yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu sözleşmenin
sonucu olarak “Dünya Mirası Komitesi” adı ile hükümetler arası bir komite
kurulmuştur. Sözleşme esasına göre her devlet tarafından kültür varlıklarının
bir listesi oluşturulmakta ve “Dünya
Kültür Mirası Listesi” adı altında yayınlanmaktadır[4].
Dünya Miras Listesi'nde 2011 yılı sonu itibariyle Dünya
genelinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 936 kültürel ve doğal varlık
bulunmakta olup bunların 725 tanesi kültürel, 183 tanesi doğal, 28 tanesi ise
karma (kültürel/doğal) varlıktır. Liste, her yıl yeni adayların listeye
alınması ve yeni ülkelerin anlaşmayı imzalamasıyla büyümektedir[5].
En çok dünya mirası olan ülke İspanya'dır (43). Ayrıca en çok kültürel mirası olan ülke İtalya (40), en çok doğal mirası olan ülke Avustralya (11), en çok karma mirası olan ülkeler ise Çin ve Avustralya'dır (4).
Aşağıdaki tablo bölge ve sınıflama dağılımını
göstermektedir.
Bölge
|
Doğal
|
Kültürel
|
Karışık
|
Toplam
|
33
|
42
|
3
|
78
|
|
4
|
60
|
1
|
65
|
|
129
|
9
|
186
|
||
56
|
375
|
9
|
440
|
|
35
|
83
|
3
|
121
|
|
Toplam
|
166
|
660
|
25
|
851
|
Bu aşamaya gelene kadar özellikle Avrupa’da yüzyıllar süren
bir bilinçlenme ve mücadele dönemi yaşanmıştır. Bu bölümde, Avrupa ülkelerinde tarihsel
çevre korumasının tarih içindeki gelişimi kısaca verilmeye çalışılacak,
tarihsel çevre koruması bilinci ve kaygısının gelişmesi özetlenecektir.
I.
TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE
KORUNMASINA İLİŞKİN BİLİNCİN VE DUYARLILIĞIN GELİŞİMİ
Korumanın çok çeşitli ölçek ve boyutları vardır. Tek bir yapıdan,
büyük bir kente kadar giden sorunlar, yasal, parasal ve yönetsel düzenlemelerle
şekillenir ve çözümlenir. Korumanın sosyal, teknik, politik ve kültürel
boyutları bu düzenlemelerle bütünleşerek uygulamaya yansır. Korumanın kurumsal
ve uygulamaya yönelik esaslarının, o ülke koşullarına uyarlanması yasal
düzenlemelerle gerçekleşir.
Bir ülkenin kültür varlıklarına bakış açısı, algılama biçimi,
korumaya karşı takındığı tavır ve gösterdiği davranışlar yasalarda anlatımını
bulur. Fiziki mekân kavramı, görme ve dokunma suretiyle dış dünya ile ilişki
kurarken bilinçlenmektedir. Bu nedenle ilk yerleşmelerden bu yana, benimsenip
anıt olarak kabul edilen yapı ve nesnelerin korunması için gayret sarf
edilmiştir. Anıtlar için önlemler alınmasını, önceleri siyasal ve dinsel
nedenler zorlamışsa da toplumun bunu, bir alışkanlık ve bir gelenek olarak
kabul etmiş olması da önemlidir. Anıtların daima bir ortam içinde düşünüldüğünü
ve çevresiyle değerlendirilmiş olduğu da bir gerçektir diyebiliriz.
Kökeni çok eski devirlere dayanmakla birlikte, günümüzdeki
anlamda koruma kavram ve uygulamaları 19. yüzyılda gelişmeye başlamış, bu
süreçte sanat eserlerinin ve anıtsal yapıların korunmasından yerleşmelerin bir
bütün halde korunmasına geçiş, yerleşmeleri oluşturan ögelerin tarihi, biçimsel
ve estetik değerlerinin anlaşılmasından sonra olmuştur. Kentlerin tarihsel
sürekliliği ve bütünleşik gelişimine ilişkin yeraltı ve yerüstü değerlerinin
korunarak geleceğinin tasarlanmasını amaçlayan “kent arkeolojisi” kavramı ise,
20. yüzyılın son çeyreğinde gelişmiştir[6]. 19. yüzyılda Avrupa kentlerinde çeşitli imar çalışmaları
sürdürülmüş, 1840’lardan sonra Londra’da çeşitli arkeolojik buluntular ele
geçmiş, 1870’lerden sonra da benzer koşullar altında Norveç’in merkezi Oslo’da
yapılan çalışmalar sırasında Ortaçağ yerleşimlerine ilişkin izler ortaya
çıkmıştır. Sarfatij ve Melli, kent arkeolojisinin kavram olarak henüz
gelişmediği bu tarihlerde, Oslo ve Londra gibi kentlerde eski insan
yerleşimlerinin izlerinin mühendisler tarafından belgelenmesinin, modern
kentsel arkeolojinin başlangıcı olarak kabul edilebileceğini belirtmektedir.
I.1. KORUMA KAVRAMI VE
BİLİNCİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ[7]
I.1.1. Halen, Roma ve
Bizans Döneminde Anıt Kavramı ve Koruma
Helenistik Devir, şehirlerin yerleşme düzeni ile ilgili
kurallarını, örnekler ve yazılı belgelerle belirtirken, yapı ve heykellerde
ölçeği büyük tutmuştur. Güney-batı Anadolu’da bulunan Perge antik kenti
buna güzel bir örnektir. Perge sadece bölgenin değil, tüm Anadolu'nun en düzenli
Roma dönemi kentlerinden biridir[8].
Mimarisi yanında mermer heykeltıraşlığıyla da ünlüdür. 1946 yılından beri
İstanbul Üniversitesince yürütülen kazılar sonucu şehir merkezinin önemli
anıtsal yapıları gün ışığına çıkarılmış, ele geçen heykel buluntuları sayesinde
Antalya Müzesi dünyanın en zengin Roma Dönemi heykel müzelerinden birisi olma
özelliğini kazanmıştır[9].
Romalılar, yapılarını asıllarına oranla bir kaç misli
büyüttükleri Helen Devri kopya heykeller ile süslemişlerdir. Yapıları
Helen’lerinkinden daha göz alıcı ve görüntüye dönüktür. Bizans Dönemi ise,
Helen-Roma Sanat ve Mimari akımlarını kuramsal ve uygulamada kendi
anlayışlarına uygun olarak devam ettirme amacı içindedirler. 6. Yüzyılda Roma
eserlerine gerekli ilginin gösterilmesi Thedorik tarafından zorlanmıştır.
Papa Vigiluis’un 537 yılında yaptığı onarımlar anıtlara karşı
kamunun yaklaşımını gösteren birer örnektir. Bu dönemde Roma Devri anıtları
Hıristiyan tapınakları haline dönüştürülmüştür. (Örnek Panteon. Resim 1)
Resim 1. PANTHEON KUBBESİ İLE MİMARİDE AŞILMASI ÇOK GÜÇ
BİR YETKİNLİĞE ERİŞİLMİŞTİR (Fot. M. Tunçer)
Sanat eserleri yeni anlayış içinde el değiştirirken tahrip
edilmekte ve çoğu kez kasıtlı bir şekilde ihmale uğramaktadır. Bizans
İmparatoru Kayser Herakliyus, Venüs ve Roma tapınağının bronzdan yapılmış
kiremitlerini St. Peter Katedraline koyması için Papa’ya hediye etmiş, II.
Konstanz, Pantheon’ un ki dahil Roma Devri yapılarının bronz örtülerini
söktürüp taşıtmıştır (MS 663).
Charlemagne[10]
(MS 800), tarihçi Einhard’ı
anıtların bakımıyla görevlendirmiştir. Einhard, Aechen’in Roma ve Ravenna’dan
getirilen sütunlar, mozaikler ve mermerlerle süslenişini, dini anıtların
yapılışını ve onarımını ayrıntılı olarak anlatır. Bu devir, Roma
İmparatorluğu’nun Hıristiyanlık dini esaslarına uygun olarak Batıda gelişen
politik hükümdarlığa dönüştüğü devirdir[11].
Bunu izleyen yüzyıllar, Roma için daha karanlıktır ve koruma
olgusu daha çok surların onarımına yöneliktir. Sefalet, korku, temel sosyal
düzeni olduğu gibi fiziki ortamı da etkilemektedir. Güvensizlik, yapılarda ve
süslemelerde de kendini göstermektedir. Tecrit, ilişkiyi koparma, ilk anda
düzende bozukluğa ve gerilemeye neden olmuştur. Orta çağda en çok gelişen
askeri mimaridir ve surlar, korunma engelleri ustalıkla yapılmıştır.
Resim 2. Roma
MEDENİYET MÜZESİ’NDE BULUNAN ANTİK DÖNEM ROMA YERLEŞİMİ MAKETİ
I.1.2. Dindeki
Gelişimin Etkisi
10.Yüzyıldan sonra, şato ve manastırlar etrafında gelişen yerleşmeler
belirli bir plan düzeni içinde değildir. Mirasçısı olduğu unsurları koruma daha
çok pratik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Güvenlik sağlayan siyasi, sosyal ve
fiziki özellikler korunmuş ve günün gereksinmeleri ile bağdaşmıştır.
Bu yerleşmelerde, önceki devirlerin yapı ve şehir görüntüsünü
etkileyen unsurlar, yeni unsurların yanı sıra ısrarla devam ettirilmektedir. 1084 yılında
Norman’ların, Roma’yı aldıklarında sebep oldukları yakıp yıkma, o zamana kadar
yapılanların en büyüğüdür.
Fakat 1107’de Tours Şehri Başpiskoposu, hala kalıntı ve
heykellerden hayranlıkla bahseder. Trajan ve Markus Aurelius tarafından dikilen
iki sütunun korunması gelir sağlanması içindi. 12. yüzyılda hazırlanmış “Mirabilia Urbis Romae” (Roma Şehri
Harikaları) adlı eser turistik rehber niteliğindedir. 1143 yılında Roma
Bağımsız Cumhuriyeti’nin ilanı ile önlem alınmadan onarımlar yapılmaya
başlanmış, Roma herkese açık bir mermer ocağı gibi işlem görmüştür. Taşınabilir
eserler ise, zafer hatırası olarak saklandığından devamlı yer değiştirmektedir.
Resim 3. ROMA FORUMU (Foro Romano) YÜZYILLAR BOYUNCA
YAĞMALANMIŞ VE BÜYÜK ÖLÇÜDE YOKOLMUŞTUR (Fot. M. Tunçer)
II.
RÖNESANS DÖNEMİ ve TARİH İÇİNDE
BİREYSEL KORUMA EĞİLİMLERİ
Rönesans; ortaçağ ile yeniçağ arasında özellikle 17. yüzyıla
kadar yaşanmış olan bir dönemdir. Daha kesin bir ifade ile bir geçiş dönemidir.
“Yeniden uyanış”, “yeniden doğuş”
anlamında kullanılan isimlendirme bu dönem için çok uygundur. Çünkü RÖNESANS her
bakımdan yepyeni düşünce ve yaklaşımların, anlayış ve uygulamaların (bilim, sanat,
felsefe, din konuları üzerinde) ortaya konduğu ve yepyeni bir insan olgusunun
tarih sahnesine çıktığı çağdır.
Rönesans bir yeniden yapılanma hareketi olmasına karşın hemen
hemen işlediği bütün konu ve sorunlarda Antik Çağ felsefesini temel ve örnek
almış, onu yeniden inceleyip, değerlendirmiştir. Antik çağ felsefesinden çok
şey öğrenmiş, bu felsefe ile kendinden de öğeler katarak geliştirmiş ve
kendisinden sonraki 17. yüzyıl ve yeniçağ felsefesinin hizmetine sunmuştur. Böylece
de bugün bile geçerli olan modern insan kavramının yaratıcısı olmuştur [12].
Kâğıt ve matbaanın etkisi ile okuma yazmanın gelişmesi, bilgi ve kültürün
artması, coğrafi keşifler sonunda; güzel sanatlara merak saran zengin sınıfın
oluşması, İstanbul’dan ayrılarak İtalya’ya bilginlerin eski Yunanca’yı ve
eserleri öğretmeleri, doğaya, güzel sanatlara, edebiyata, bilimsel gelişmelere
ilginin artması Rönesans’ı başlatmıştır.
Rönesans hareketleri İtalya’da başlamıştır. Hümanistler
(insan sevgisine öncelik verenler) yeni eserler oluşturdular. Aslında Rönesans
akımını Antik çağ felsefe ve kültürünün ve otoritelerinin tekrar canlandırılıp,
taklit edilmesi olarak kabul etmek de tam doğru değildir. Bu yaklaşım yanlış
olmasa bile ancak çok dar kapsamlı bir yaklaşım olabilir. Çünkü Rönesans
oluşumu çok daha geniş ve temelli bir oluşumdur.
Bu çağın insanı düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koyan insandır. Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma yolundadır. Aklını kullanır, bilim ve aklını kendine kılavuz bilir.
Bu çağın insanı düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran, yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koyan insandır. Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma yolundadır. Aklını kullanır, bilim ve aklını kendine kılavuz bilir.
13.Yüzyılda, Roma’da yüksek eğitim merkezi bulunmamakta, din
adamları kültüre karşı kuşkulu bir tavır takınmaktadır. 1298 yılında Papa Boniface’nin
Palestrina Şehri’ni yerle bir etmesi buna bir örnektir. 1337 ve 1341 yılında
Ozan Petrark[13],
Roma’lıların kendi tarihlerine olan saygısızca davranışlarını haykırır.
Resim 4. ANTİK ROMA KALINTILARI (Johann Sebastian Müller)
Bütün bu dini taassuba karşın, Roma Şehri için İtalya’nın,
Avrupa’nın diğer ülkelerinden daha uzun bir süre ve daha yoğun bir şekilde
anıtların korunma sorununa eğilmiş olduğu görülmektedir. Anıtları korumak için
bilinçlenme ve bilinçli eylemler İtalya’da başlamıştır denilebilir. Sanatçı ve
hümanistlerin yeni bir anlayışla antik devirle ilişki kurması, klasizme
hayranlığın canlandırılması ve yaşatılması, Petrark (1340) ile yoğunluk
kazanmıştır[14].
Pertark ile Cola di Rienzo, Roma’nın tarihsel bir incelemesini yapmış, anıtları
şehrin haritasında belirlemişlerdir. Anıtlardaki kitabeleri toplayıp çözmüşler
ve antik devrin incelenmesi için gerekli temelleri atmışlardır. 1375’de
Padua’lı teknisyen Giovanni Dordini,
Roma’ya gelerek tapınak ve zafer anıtlarındaki kitabeleri kopya etmiştir.
Trajan Sütununun, Colosseum’un, Panteon’un, Vatikan Obeliskleriyle, St. Peter
ve St. Paul Bazilikalarının ölçülerini alıp çizmiştir. 1336 yılında, eski Roma
kalıntılarını tahrip edenlerin para cezasına çarptırılacağını belirten bir
karar verilmiştir. Sanatkârlar eski örnekleri bulup kopya etmeden
yorumlamaktadır. 14. Yüzyıl İtalya için önemli bir devirdir. Petrark, anıtları
tek tek geçmişi temsil eden, estetik yönden değerli hazineler olarak görmemiş,
daha çok yarattıkları ortamla değerlendirilmiştir.
Rönesans dönemi böylece başlamış ve gelişmiştir. Bu dönemde;
daha çok eski yerleşmelerin yeniden düzenlenmesine ve güzelleştirilmesine
çalışılmaktadır. İtalyan şehir merkezlerinde, klasik geleneğe uygun birlik ve
düzen sağlama amacı izlenir. Agora, stoa ve forumların örnekleri, meydan ve
loggialar (kemeraltı, sundurma) gereksinimlere uygun olarak yeniden
düzenlenmiştir.
Flippo Brunelleschi’nin[15]
çağın gereksinimlerini ifade eden kale şeklinde sarayları ve manastır motifi
olarak belirlenen revaklı yapılarla çevrili meydanlarına bu dönemde pek çok
şehirde rastlanmaktadır. Rönesans teorisini asıl dile getiren mimar Leone
Battista Alberti olmuştur[16].
İdeal şehri tanımlarken; “eğer yerleşmede
bir Roma yıkıntısı bulunuyorsa korunmalıdır” demektedir. Bu tanım, Prof.
Dr. Cevat Erder tarafından sadece “Kültürel Amaçlı” korumayı öngören ilk savunu
olarak nitelendirilmektedir[17].
Alberti, geçmiş çağların kalıntılarındaki güce uyarak,
bunları kopyacılık yoluyla değil, planlamada, yapıda, süste ve şekilde fikir ve
görüş kaynağı olarak kullanmıştır.
1485’de Floransa’da
yayınlanmış “Mimarlık Hakkında On Kitap”
adlı eserinde, Alberti, amaca uygun, faydaları ve göze güzel görünme
anlayışını, devrimci olarak değil, yenileyici ve bağdaştırıcı bir tutumla
yerine getirmek istediğini belirtir[18].
1402 yılında, Roma’da antik mermerlerden kireç yapımı yasaklandı. 1426’da Bazilika
Julian’ın taşlarının, kireççilere ocaklarından çıkan kirecin yarısı
karşılığında verilmesi, anıtların tahribatına örnek olarak verilebilir.
Papa IV. Martinus, 1425’de yolların temizlenmesi için bir
örgüt oluşturmuş, kiliselerle birlikte bazı köprülerin onarımı yapılmıştır.
Papa IV. Eugenius (1431-1447), Roma’yı gene sefil halde bulmuş ve bazı önlemler
almıştır. Papa V. Nicolaus (1447–1455), Roma’ya geldiğinde şehri güzelleştirmek
çalışmalarını geliştirmek için gerekli ortamı hazır bulmuştu. Alberti dahil,
devrin güçlü mimar ve sanatkârlarını kullandığı çalışmaları, tek eser ve
yapılardan çok şehrin bütününe dönüktü.
Bu çalışmalar gene de birçok tarihi
anıt ve alanın aleyhine olmuşsa da, Lanciani bu Papa’yı şehri ilk düzenleyen ve
“Restore” eden kişi olarak sunar. Papa V. Nicolaus, çevrenin ve yapıların
insanlar üzerindeki büyük etkisinin bilincine varıp bunu ifade etmiştir.
Vatikan ile St. Angelo Kalesi arasını belirli bir program içinde geliştirmeye
başlamış ve kale ile Vatikan’a ve St. Peter Kilisesi’ne Romalıların forumlarına
benzer şekilde, yolun iki tarafında revaklı yapıların bulunacağı bir düzen
düşünmüştür. Roma için de, yeni bir şehrin kuruluşunu öngörmüştü. Bu planıyla,
Vatikan’ı şehirden ayırıp korunmasını da sağlamıştır.
Papa II. Pius, Avrupa’daki birlik amacını doğuya da aktarmak
istiyordu. 1462’de Roma ve civarındaki tarihi anıtların yıkılmasını ve zarar
görmesini yasaklamış, bu buyruğu ile eski anıtların korunmasında genel
tedbirler alan ilk Papa olarak tanınmıştır. Papa IV. Sixtus (1471–1484),
bugünkü Capitol Müzesinin kurulmasını sağlamıştır. 1480 yılında, “Yollar ve
Anıtları Denetleme Örgütü” nü yeniden düzenlemiştir. 14. Yüzyıl Ortaçağ Roma’sı
15. Yüzyıl sonlarında modern bir çehre almıştır.
1500’lü yıllarda, Brunelleschi, Alberti, Bramante, Raphael
Rönesans’ın ilk öncüleri olmuşlardır. Bramante’nin son devir yapılarında ve
mekân düzeninde (Beldevere avlusu ve Vatikan St. Peter Katedrali). Roma
imparatorluk devri yapılarının kopyası ve yorumu yerine, devamlılığı
görülmektedir.
Antik Çağ anlayışı bu dönemde kapsamlı ve istikrarlı olarak ele
alınmıştır. Francesco Albertini, yeni yapıların yanı sıra eski anıt ve eserleri
belirten bir rehberi Papa II. Julius (1503–1513) zamanında hazırlamıştır. Papa
Julius antika meraklısı idi ve villa bahçesinde açık hava müzesi açmıştı. Onun
zamanında Roma, politik eylemlerin merkezi, sanatkâr ve bilim adamlarının
toplandığı bir kent olmuştu. Raphael, antik konulara ve formlara egemendir ve
Roma’nın bütün eserlerinin tam bir planını çıkarmak için çalışmıştır.
Papa X. Leo, 1515’de Vatikan mimarı Raphael’i, Roma’nın eski
eserlerinin koruyucusu olarak atamıştır. Bu dönemde, mermer mimari parçalarının,
heykel ve kitabelerin kireç yapılması yasaklanmıştır. Papa III. Paulus
(1534–1549); Giovanale Mannetti’nin yönettiği eski eserlerin korunması ve Roma
yollarının düzenlenmesiyle ilgili bir ekip kurar. Michelangelo (1475–1564),
Papa’ya mimarlık yapmış ve Marcus Aurelius’un heykelini kendi düzenlemiş olduğu
alana (Capitol) yerleştirmiştir. Ressamlığı ile görüntünün etkisini üçüncü
boyutta bağdaştırmakta çok usta olan Michelangelo, mevcut yapı gruplarını ele
alarak geliştirmede ve dış mekân düzeninde çok başarılıdır[19].
Resim 5. CAMPIDOGLIO MEYDANI MİCHELANGELO BUONARROTİ’NİN EN
ÖNEMLİ TASARIMLARINDANDIR
III. Paulus zamanında, 1542’de “Vitruvius Akademisi” kurulmuştur. Bu okul; Vitruvius’un eserlerini
yeniden düzenlemiş, Roma’daki bütün anıt, heykel vb toplanarak belgelenmiş ve
yayınlanmış, şehir plancılığına temel uygulamalara örnek olacak çalışmalar
yapmıştır
.
III. BAROK DEVİR
16.Yüzyıl Roma’sı koruma konusunu benimsemiş olan düşünür ve
sanatkâr ile uygulayıcı arasındaki çelişkinin görüldüğü bir yerdir. 1624’de
VIII. Urbanus, eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklayan bir buyruk
yayınlar. Barok devir Roma’ya yenilikler katmaktadır. 17. Yüzyıl sonlarında
sanata etkili olan politik gelişmelerden biri, Papa’lığın gücünü yitirmesidir.
Hıristiyanlık içinde beliren bazı din gruplarıyla, asil ve
zenginler sanatkârlara çok iyi olanaklar sağlamaktadır. XIV. Louis’in güç ve
zenginliği ile sanat Fransa’ya doğru kaymaktadır. Fransa’nın Avrupa’da gelişen
politik ve sosyal düzendeki hâkimiyeti sanatta da belirir. Tarihi eserler,
Avrupalıların artan gelir hızıyla eş bir şekilde Roma’dan dışarı akmaktadır.
Papa XI. Innocentius (1676–1689) eserlerin Roma dışına çıkmasını yasaklayan bir
karar verir, XI. Clemens (1700–1721) 1701 ve 1704 yıllarında bu kararı yeniler.
Benedictus (1740 – 1758) zamanında, eski eserleri koruma ile ilgili bir yasa
daha çıkarılmıştır.
1738’de Herculaneum, 1748’de Pompei kazıları başlamıştır.
Barok-Rokoko Stilinin kopuşu ve yeni antik zevkin gelişmesi ile İtalya’nın
tarihsel değerlerinin sadece İtalyanlara değil bütün Avrupa’ya ait olmaya
başladığını da göstermektedir. Kilise, yönetici gücünü, politik ve ekonomik
gücü elinde bulunana devretmiştir. Londra, Paris gibi merkezlerde, Louvre,
National Gallery gibi müzelerin kurulmasına neden olan yapıtların toplandığı ve
Barok Müziğin ortaya çıktığı bu dönem, Neo-Klasizm ile Geç Barok Dönemi olarak
nitelendirilmektedir.
Barok Mimarisi’nin Genel Özellikleri:
1- Mimarlar ifade gücü yüksek bir düzenlemeye yönelmişler, Rönesans’ın açıklık ve yalınlık ilkesinin yerini bilinçli bir karmaşıklık almıştır. Katolik kilisesinin duyulara seslenen, mistik atmosfer yaratan bir mimari isteği oluşmuştur.
2-Barok mimarlar görsel etkiyi artırmak için sütun, korniş gibi mimari öğeleri Rönesans’tan daha dolgun ve zengin biçimde kullandılar. Rönesans’ta yüzeye vurgu yapan düzlemsel formlar yerine plastikliğe ve mekânsal derinliğe vurgu yapan formlar kullanılmıştır.
3-Süslemeye önem verilmiştir. İçte ve dışta tasarımın etkileyici olması istenir. İç dekorasyonda resim, heykel ve mimari iç içe geçmiştir.
4-kubbe ve tonozların yüzeylerinde göz yanıltıcı freskler kullanılarak, illüzyonik bir etki yaratılır. Gerçeğin aksine yaratılan görüntü önemsenir.
5-Kubbeye önem verilir. Yapıya önemli ve anıtsal bir hava katar.
6-Işık-gölge etkilerine önem verilir. Işığın yan şapellerden veya kubbeden yayılması sağlanmıştır. Işığın manipüle edilmesi sayesinde duvarın…
7-Hareketli dinamik bir görünüme sahiptir. Cephede ve içte hareketi çağrıştıran kıvrımlı biçimler kullanılır.
8-Yapıların cephesi heykelsidir. Heykel mimaride önemli yer tutar. (bazı mimarlar aynı zamanda heykeltıraştı.)
9-Ovalin dinamik formu dairenin yerini alır.
10-Tanrının yarattığı doğal dünya yerine insan yaratısı dünyaya odaklanır. Geçici bir var oluşa güzel bir biçim vermek amacındadır.
11-Saraylar, gösterişte diğer yapıları aşar. Prensler ve yönetici sınıf için yapılan saraylar ve şatolar, dışa açıktır ve yer aldığı çevreyi etkiler.(Ortada ana yapı iki tarafta ileri uzayan kanatlar, yapının ortasında önü açık şehre bir avlu oluşturulur. Sivil mimaride Fransa öne çıkar.)
12-Antik dönemden beri ilk kez tiyatro binaları yapılmaya başlanır. Tiyatrolar saraya bağlı olarak inşa edilir.
1- Mimarlar ifade gücü yüksek bir düzenlemeye yönelmişler, Rönesans’ın açıklık ve yalınlık ilkesinin yerini bilinçli bir karmaşıklık almıştır. Katolik kilisesinin duyulara seslenen, mistik atmosfer yaratan bir mimari isteği oluşmuştur.
2-Barok mimarlar görsel etkiyi artırmak için sütun, korniş gibi mimari öğeleri Rönesans’tan daha dolgun ve zengin biçimde kullandılar. Rönesans’ta yüzeye vurgu yapan düzlemsel formlar yerine plastikliğe ve mekânsal derinliğe vurgu yapan formlar kullanılmıştır.
3-Süslemeye önem verilmiştir. İçte ve dışta tasarımın etkileyici olması istenir. İç dekorasyonda resim, heykel ve mimari iç içe geçmiştir.
4-kubbe ve tonozların yüzeylerinde göz yanıltıcı freskler kullanılarak, illüzyonik bir etki yaratılır. Gerçeğin aksine yaratılan görüntü önemsenir.
5-Kubbeye önem verilir. Yapıya önemli ve anıtsal bir hava katar.
6-Işık-gölge etkilerine önem verilir. Işığın yan şapellerden veya kubbeden yayılması sağlanmıştır. Işığın manipüle edilmesi sayesinde duvarın…
7-Hareketli dinamik bir görünüme sahiptir. Cephede ve içte hareketi çağrıştıran kıvrımlı biçimler kullanılır.
8-Yapıların cephesi heykelsidir. Heykel mimaride önemli yer tutar. (bazı mimarlar aynı zamanda heykeltıraştı.)
9-Ovalin dinamik formu dairenin yerini alır.
10-Tanrının yarattığı doğal dünya yerine insan yaratısı dünyaya odaklanır. Geçici bir var oluşa güzel bir biçim vermek amacındadır.
11-Saraylar, gösterişte diğer yapıları aşar. Prensler ve yönetici sınıf için yapılan saraylar ve şatolar, dışa açıktır ve yer aldığı çevreyi etkiler.(Ortada ana yapı iki tarafta ileri uzayan kanatlar, yapının ortasında önü açık şehre bir avlu oluşturulur. Sivil mimaride Fransa öne çıkar.)
12-Antik dönemden beri ilk kez tiyatro binaları yapılmaya başlanır. Tiyatrolar saraya bağlı olarak inşa edilir.
V. Clemens, ünlü Johann Joachim Winckelmann (1717–1768)’ı
Roma Eski Eserler Genel Müdürü yapmış; Papa VI. Pius (1775–1799) Roma
Meydanlarını yeniden düzenleyerek Obeliskleri dikmiş ve Vatikan Müzesini
gerçekleştirmiştir. Zamanında, Vatikan’da eser sayısı iki misli artmış, müze
genişletilmiş ve halka açılmıştır. Sadece, Roma eserlerine değil, Mısır, Helen,
Ortaçağ ve Son Devir örneklerine de yer verilmiş olması, bilinçlenmenin
düzeyini göstermektedir.
İngiliz Parlamentosu, “Society Dilettanti” yi ve “British
Museum” un kurulması için karar almıştır. 17. Yüzyıl, belgelerin toplandığı,
bunların sistemli bir şekilde değerlendirilmeye çalışıldığı bir devirdir.
Papa VII. Pius (1800–1823) Devrinde, eski eserlerin korunması
için idari ve hukuki yönden temel esaslar geliştirilmiş, Paris’e götürülmüş
eserler geri döndürülmüştür. Papa, neo-klasik akımın en ünlü heykeltıraşı
Antonio Canova’yı (1752–1822) eski eserleri araştırma ve koruma ile ilgili
örgütün başına getirmiştir. Antonio Canova’nın yardımcısı Kardinal Doria
Pamphilli’nin 1802’de yayınladığı “Editto
Doria Pamphilli” kararnamesi Papalık Devletinde Eski Eserler Hukukuna yön
veren en önemli hukuki kurallardan biri olarak tanınmaktadır[20].
Kardinal Pacca ise, 1820’de yayınlanan ve zamanının en ileri hukuki belgesi
olan belge ile tanınır. Bu belgede, merkezi Roma olmak üzere, Papalık
Devleti’nin başlıca şehirlerinde teknisyenlerden kurulu bir Komisyonlar Örgütü
kurulmasını önermektedir. Özel ve kamuya ait anıtların korunması, onarımı ve
harcamalar ile ilgili kurallar belirtilmiştir.
IV. AVRUPA’DA TARİHİ
ÇEVRE KORUMASINA İLİŞKİN BİLİNÇLİ ARAŞTIRMA DEVRİ VE HUKUKİ GELİŞMELER
Tarihi eserlerin onarımında, yapıyı inceleyen, yapıldığı
devre ait her türlü belgeyi, çizimleri, resimleri, yazıtları ve kalıntıları
değerlendiren ve çalışmalarını delillerle belirten kişiler bilinçli araştırma
dönemini başlatmışlardır. Roma’lı Camillo Boito (1836–1914), tarihi yapıların
sadece mimari özelliklerine bakılarak değerlendirilmesine karşı çıkmıştır. Bir
yapının ayakta durabilmesi için veya zorunlu görülen başka nedenlerden dolayı,
bazı eklemelerden vazgeçilemeyeceğini kabul eder. Ancak, bunlar değişik
özellikte, değişik malzeme ve yapının görünüşüne zarar vermeyecek şekilde
yapılmalıdır.
Gustave Giovanni (1873–1947), Boito’nun esaslarını
geliştirmiş ve modernleştirmiştir. Ona göre, “hangi devre ait olursa olsun
tarihi değeri olan eser” korunmalıydı. Stil birliğine karşıdır. Belli
başlı ve en önemli yapıların tarihi değerlerinin yanı sıra, küçük yapıların ve
yerleşmelerin bütün olarak mimari düzenlerinin önemini belirtmiştir.
Çalışmaları “Carta Del Restauro
Italiana” (1931) kurallarının saptanmasında çok etkili olmuştur.
Şehir planlarında yer alan anıtlar, çevreleriyle, tüm
yerleşmeyle birlikte düşünülmektedir.1870 yılında İtalya’da birliğin
kurulmasından kısa bir süre sonra Başkent olan Roma’nın, bu göreve uygun bir
hale getirilmesi için yeniden planlanması gerekmiştir. Şehrin çevre düzeni
çalışmaları sırasında, Eski Roma’nın büyük bir kısmı modern yerleşme altında
kalmıştır. 1873 ve 1906 Nazım Planları birer trafik planı olarak tanınmaktadır.
1929 yılına kadar süren yavaş gelişmeyi, Mussollini, eski Romalıların muazzam
şehrini kendi çağına uygun olarak geliştirmek rüyasıyla hızlandırmıştır.
Resim 6: ROMA FORUMUNUN ORTASINDAN GEÇEREK BÜYÜK TAHRİBAT
YARATAN ANA CADDE MUSSOLLINI ZAMANINDA AÇILMIŞTIR (Fot. M. Tunçer)
II. Dünya Savaşı sürerken, 12 Şubat 1943’de çıkarılan kanunla
1930 yılındaki yasanın eksik yönleri tamamlanmış, ek listeye alınan anıtların
çevrelerine giren görüş alanı içindeki değişiklikler veya çevrelerine yeni
yapıların yapılması denetim altına alınmıştır. 15 Haziran 1943’teki yasa ise,
anıtların yerleşmeleri içinde değerlendirilmesine daha geniş olanaklar
getirmiş, kesin koruma alanı için 500 m. Çapında bir daire öngörülmüştür.
Bu
kanunla, arsaların kullanılışı, yapıların yüksekliği, cephe oranları, bazı
yerlerin boş bırakılması, park haline getirilmesi gibi önlemler alınabilmiştir.
Tümüyle yasa, önleyici olmaktan çok, çözüm getiren bir tutum içindedir. Savaş
sonrası ilk eğilim, yerleşmeleri olabildiğince olduğu kadar hızla eski
durumlarına kavuşturup yaşantıyı devam ettirmekti. Tek tek yapıları ve yakın çevrelerini
yamalar halinde korumaktan ötede çevre (sit) ölçeğinde korumacılık
yaygınlaşmıştı.
Tarihi merkezlerin değerlendirilmesi, eski yapıların ve
konutların yeni gerekleri karşılamak üzere onarılması da önemli gelişmelerden
biridir.
IV.1. FRANSA
Fransa’daki anıtların tahribinin başlangıcı 5. Yüzyıldaki
göçlerdir. Anıt ve yerleşmeler, istila eden kavimlerden çok (Hunlar, Araplar),
bu kavimlerden korkan yerli halk tarafından tahrip edilmişlerdir. Savunma amacı
ile mevcut yapı malzemesinden surlar inşa edilerek anıtlar tahrip edilmiştir.
1337–1453 yılları arasındaki 100 Yıl savaşları sonrasında Fransa benliğini
kazanmış, eski küçük kiliselerin üzerine daha yüksek ve daha genişleri
yapılmıştır. 16. Yüzyılda İtalyan Rönesansı Fransa’da da öne çıkmıştır.
Fransız mimarı Philibert
de L’orme (1512–1570); mevcut formların silinip atılmasını değil, bunların
düzenli değişikliğe uğramasını, bir yapıda eski ve yeni unsurların zarafet ve
ustalıkla bağdaştırılmasını öneriyordu. Döneminde, eski kale ve şatoları
pencereler açıp aydınlatarak ve yanlardan uzanan kalın duvarları galeriler
haline getirerek, tekrar yaşanılır hale sokmuştur. Kral IV. Henry, 1589 Nantes
Fermanı ile Fransa’yı güçlendirmiş, 1594’de geldiğinde çok harap bulduğu
Paris’i ıslah edip geliştirmiştir. IV. Henry, ülkede merkezi idarenin gücünü ve
birliğini sağlamak amacıyla, kendi başlarına buyruk küçük idari birimlerin
yıkılmasını öngörmüştü.
XIV. Louis devrinde, Fransa’daki politik, ekonomik, dini,
sanat vb gibi faaliyetlerin merkezden denetlenmesine girişilmiş ve başarılı
olunmuştur. Bu düzen sonucunda, ülkenin her tarafında, sanatla ilgili
uygulamalarda bir birlik görülmüştür. Sadece, Roma’dan Paris’e değil, karşı
yönde de etkinin varlığı izlenmekte ve Paris’in bir sanat merkezi olarak
geliştiği görülmektedir. Yeniçağı yansıtmak amacıyla, Fransa’nın her yerinde
ortaçağın heykellerinden, en ufak süslemesine kadar daha önceleri küçümsenen
örnekler, yeniden güzelleştirmek üzere elden geçirilmiştir. Bu güzelleştirme ve
temizleme çabaları sadece yapılarla kalmamış, çevrelerini de kapsamış ve
yerleşme bütünü için de düşünülmüştür[21].
Resim 7: MİCHEL TURGOT'S TARAFINDAN YAPILMIŞ PARİS ATLAS
PLANI (PARİS, 1739), (LOUİS BRETEZ, CARTOGRAPHER)
Devrimciler de antik devir mimarisine ve heykellerini
koruyarak, propaganda unsuru olarak kullanma yolunu seçmişlerdir. Yeni
yönetimin, krala ve asillere ait eserlere toplumun malı ve mülkü olarak el
koyduğunu ve bunları koruma sorumluluğunu üzerine aldığını gösteren kararlar
bulunmaktadır. 1791’de anıtların korunmasını sağlayan bir “Milli Eğitim Komitesi”
kurulması için bir yasa çıkarılmıştır. Geçici komisyon belgelemeye önem
vermiştir. Taşınması olası olan anıtların kamuya ait koleksiyonlara katılması,
diğerlerinin ise yerinde ve doğrudan doğruya denetlenmesi şeklinde korunması
iki temel önlem olarak düşünülmüştür.
Fransa’da Fransız İhtilali ile feodal yönetimi anımsatan her
yapının ve eserin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir yıkım eylemi
başlatılmıştır. 1792 Cumhuriyet Dönemi, isimleri değiştirmiş ve böylece
simgeleri oldukları eserlerin, anıtların ve şatoların tahribini
kolaylaştırmıştır. Cumhuriyet Devriminin 10 yıl içinde yıktıkları eserlerin
sayısı, Rönesans ve Barok Mimari uygulaması ile 200 yılda zarar gören eser
sayısını aşmaktadır. Kişiye bağımsızlık ve sorumluluk tanıyan, kişiye dönük bu
sosyal düzende uygulanan mimaride de bağımsızlık artan heyecanla gelişmeye
başlamıştır.
Aydınlar arasında yıkıma tepki olarak doğan koruma düşüncesi
ihtilalden sonraki yönetim tarafından da benimsenmiş, 1791 yılında anıtların
korunmasını sağlayan Milli Eğitim Komitesi kurulması için bir kanun
çıkarılmıştır[22].
Fransa; “1887 Koruma Kanunu” ile korumada etkin olmuştur. 18.
Yüzyıl sonunda Anıtlar Komisyonu “Comission des Monuments” kurulmuştur. Anıtlar
Komisyonu’nun çalışmaları Halk Müzesi, Milli Anıt terimlerinin yerleşmesini
sağlamış, Fransa’nın birçok yerinde kamulaştırılan eserlerin toplandığı Louvre
ve Fransız Anıtları Müzesi gibi müzeler kurulmaya başlanmıştır [23].
1830 yılından sonrası, Fransa’da anıt
ve yarattıkları ortamın
korunma çalışmalarının yoğunlaştığı ve etkili bir şekilde örgütleştiği bir
devrin başlangıcı olmuştur[24]
. 1840 yılında özel mülkiyetteki yapıların da korunması öngörülmüştür.
1854-1879 yılları arasında gerek sorumlu mimarlar , gerekse kamu oyuyla ve özel
yollarla pek çok sayıda anıt onarılmaya çalışılmıştır [25].
O güne dek önemsenmeyen Ortaçağ sanatının araştırılması
çabalarıyla bütünleşen restorasyonların önde gelen kişisi, Eugene Emmanuel Violet le Duc[26]
isimli mimar olmuştur[27]
. 30 Mart 1887 tarihli anıtları sınıflandıran kanun, binaların tahrip
edilemeyeceği, Güzel Sanatlarla görevli Bakanın onayı olmadan, restore ve tamir
edilemeyeceği veya herhangi bir
değişiklik yapılamayacağı gibi ana prensipleri nedeniyle önem taşımaktadır.
Quantremere de Quincy, eserlerin bulundukları yerde, kent
çevreleri içinde korunmasının önemine değinmiştir. Eser bulunduğu yerde
değerini daha çok göstermektedir. Bu devir, anıtların korunmasında merkezi
hükümetin sorumluluğunun tanınmasında ve halen geçerli sayılan ve uygulanan
bazı teknikler ve yaklaşım esaslarının ortaya konmasında önderlik etmiştir.
Sadece anıtlar değil, bunları değerlendiren perspektif ile çevreleri de ele
alınmıştır.
Napolyon, XIV. Louis gibi güzellikten çok büyüklüğe
meraklıydı. Paris’te yollar anıtlara (zafer anıtları) ulaşmalıydı. Bazı
eserleri kurtarıp, pek çok değerli anıtın da yıkılmasına göz yummuştur. Bu
dönemde, eski Kraliyet Mimarlık Akademisi geleneksel mimariye etkisi olan “Ecole des Beaux-Arts” olarak
açılmıştır. 1810’da kabul edilen yeni belgeleme çalışması ile köklü bir belgeleme
gerçekleşmiştir. 1834’de Fransız Arkeoloji Derneği kurulmuştur.
Prosper Merimee, 1834’de 7 kişilik “Tarihi Anıtlar Komisyonu” nu kurmuş, görüntüleri etkili olan
anıtların korunmasına öncelik vermiştir. Merimee için, anıtların bir bütün
olarak korunması gerekliydi ve onarımda gayet dikkatli bir çalışma yapılması
gerekliydi. Koruma, mevcut olana bağlılıktı ve eksiklikler, eklemeler bulunan
izlere göre yapılmalıydı. “Stil Birliği” modasının temeli bu fikirlerle
atılmıştır.
1830 sonrası, Fransa’da anıt ve çevrelerinin korunma çalışmalarının yoğunlaştığı ve etkili bir şekilde örgütlendirildiği bir devrin başlangıcıdır. Victor Hugo, tarihi anıtlarda özel kişilerin haklarının kısıtlanmasını ve eserlerde kamu haklarının tanınmasını istemektedir. 19. Yüzyıl başlarında Fransa’da arkeoloji ile ilgili derneklerin sayısı artmış, yayınlar çoğalmıştır.
1830 sonrası, Fransa’da anıt ve çevrelerinin korunma çalışmalarının yoğunlaştığı ve etkili bir şekilde örgütlendirildiği bir devrin başlangıcıdır. Victor Hugo, tarihi anıtlarda özel kişilerin haklarının kısıtlanmasını ve eserlerde kamu haklarının tanınmasını istemektedir. 19. Yüzyıl başlarında Fransa’da arkeoloji ile ilgili derneklerin sayısı artmış, yayınlar çoğalmıştır.
Eugene Emmanuel
Viollet-le-Duc
(1814–1879)[28]; mimar,
mühendis, sanat tarihçisi, eğitimci, jeolog, etnograf, dekoratör ve
eleştiricilik gibi pek çok mesleği bir arada yürütmüştür. Restorasyonda ise
özellikle teori çalışmalarıyla tanınır. Antik mimarinin hükmetmemesi, sadece
ilham vermesi gerektiği fikrini ileri sürmüştür. Geçmişi ait eserlerin
analizinin yapılmasına ve mimarın çağının malzemesini kullanarak, koşul ve olanaklardan
yararlanarak kendi sentezini yapabilmesini savunmuştur. Yapılardaki değişmeleri
gösteren her türlü iz ve belgenin korunmasını asla kaybedilmemesini
savunmuştur. Avrupa’da büyük ölçekte planlama çalışmalarına, Baron Georges - Eugene Haussmann’ın (1809–1891)
Paris’teki planlama çalışmalarına başladığı 19.yüzyıl ortalarından sonra
geçilmiştir.
III. Napolyon zamanında Paris’in planlaması 1832 ve 1849’da
kolera salgınlarından sonra, kamu sağlığı, temiz hava ve yeşil alanlar
açısından ele alınmıştır. Paris’te endüstri çağının metropolü haline getirmeyi
başarmıştır. Anıtların tek yapı olarak ele alınıp öylece değerlendirilmesi,
19.yüzyılda başlayan hatta Ecole de Beaux-Art’ın eğitimi içinde gelişen bir
tutumdur. Kişiliği yok eden, insan ölçeğine aykırı, eşliğe, monotonluğa dönük
bu suni yerleşme düzenine ve getirdiği sert yıkıcılığa karşı çıkanlar arasında
Camillo Sitte de (1843–1903) vardır.
Camillo Sitte, Haussmann’ın sadece tekniğe
dönük, insandan ve doğadan uzaklaşmayı amaçlayan tutumuna karşı çıkar. Yapı
grupları arasındaki ilişkileri ve sokak ve meydanların organik bağdaşmasına
dikkat çeker. Mekân düzenindeki uyuşmanın gerçekleşmesi organik oluşumda olur.
Modern şehir planlamasında, mekân düzeninde mevcut niteliklerin
değerlendirilmesine dönük bir yaklaşım vardır[29].
Hukuki gelişmeler, sosyal örgütlenme ile hızlanmıştır. “Paris Anıtlarını Sevenler Derneği”, “Eski Paris Komisyonu”, “Fransız Turing Kulübü”, vb. gibi.
Tarihi Anıtlar Komisyonu, yetersiz olan 1841 yasasına bağlı kalmıştı. İyi
niyetlerin etkinliği, denetleme ve denetlenme olanağı yoktu. 1879’da yeniden
örgütlenen Komisyon’un üye sayısı arttırılmış, yetkileri saptanmış ve etki
alanı genişletilmiştir. 1887’de tarihi anıtların korunması ile ilgili bir yasa
çıkarılmıştır.
Bu yasa, mülkiyet haklarını kısıtlayan, bürokratik düzen kuran
bir yasadır. 1904’de Madrid Uluslararası Mimarlar Kongresinde, anıtların bakım
ve onarımı sadece devlet tarafından diploma verilmiş yetkili mimarlar
tarafından yapılması öngörülmüştür. 1889’da çıkarılan bir kararla, Tarihi
Anıtlar Komisyonu’nun yetkileri kesinleşmiş ve güçlü bir örgüt haline
gelmiştir. 1913’de, 1889 Kanununu tamamlayan ve Anıtların korunmasını
kolaylaştıran, özel kişilere ait yapıların listeye sağlayan yeni bir yasa
çıkarılmıştır. Bu Yasada ihtiyaç görüldüğünde listeye alınmış anıtları
değerlendirmek üzere, görüş açısı içindeki (500 m.) özel kişiye ait olsalar
bile, arsa ve yapılar üzerinde hak tanımaktadır.
31.12.1913 tarihli kanunla, 1887 kanununda çeşitli
düzenlemeler yapılarak daha iyi bir uygulama elde edilmiş ve korunacak
eserlerin 500 metreye kadar olan çevresi koruma alanı olarak ilan edilmiştir[30]. 1930
yılında çıkarılan ve bunu izleyen yıllarda geliştirilen bir kanunla çevre
ölçeğinde koruma tedbirleri geliştirilmiş, özel bir Sitler, Perspektifler ve
Peyzajlar Komisyonu kurulmuştur. 1943 yasası da tescil edilecek eserlerin
sınıflandırma şekillerini belirlemiştir [31].
İkinci Dünya Savaşı sonrası anıt ve çevrelerinin
değerlendirilmesi sınırları geçilmiş, şehir ölçeğine erişilmiştir. Eski şehir
merkezlerinin, kasabaların tümüyle korunabilmesi 1962’de “Malraux Yasası”nın
hazırlanması ile mümkün olabilmiştir[32].
Bu yasa yalnızca yasaklarla çözümlenemeyen koruma sorunlarına destekleyici
önlemler getirme amacını güden yenileme ve yıkım için ayrılmış olanakların
koruma için kullanılmasını sağlar. 1963 yılında bu kanun kapsamına alınan
alanları denetlemek üzere özel bir komisyon kurulmuştur.
1973 yılına kadar 50’ye yakın tarihi ve artistik çevrede bu
kanun kapsamı için de koruma projeleri yapılmış ve uygulamasına geçilmiştir.
1975 yılında ise koruma altına alınan 100 şehrin tarihsel merkezlerinin
korunması için yeni ölçüler
geliştirilmiştir[33] .
IV.2. İNGİLTERE
İngiltere’de 1700’lü yıllarda büyük yangınlar ve doğal yıkımlar sonucu
zarar gören eski eserleri ve eski kent kalıntılarını korumayı ve olabildiğince
belgelemeyi amaçlayan Londra Eski Eserler Derneği’nin çabaları korumada etkin
ilk dernek olarak önem taşımaktadır[34]
. 1877’de İngiliz Arts and Crafts akımının öncüsü W. Morris, Restorasyon
yerine, koruma ilkelerine bağlı ve yalnız bu konuyu amaç edinen “Society
For the Protection of Ancient Buildings” (S.P.A.B) adlı derneği kurmuştur.
Anıtların korunması hareketleriyle birlikte gelişen anıtların
belgelenmesi çalışmaları sonucu, İngiltere'de tarihi anıtların büyük bir
kısmı jeolojik, tarihi ve arkeolojik
yönleriyle planlar, fotoğraflar, mimari tanımlamalarıyla birlikte saptanmaya
başlanmıştır ve 1882 yılında koruma ile ilgili ilk yasa Eski Anıtları Koruma
Yasası çıkarılmış ve kullanılmayan eski yapıların ve tarihsel kalıntıların
devlet mülkiyetine alınmasını öngörmüştür[35].
İngiltere’nin tarihi anıt, çevre ve yerleşmelerin korunup
değerlendirilmesi konusunda, diğer Avrupa ülkelerinden bir ayrılık kazanmasında
önemli bir yeri olan ve amacı mimari ve tarihi bakımdan önemli yapıları ve
tabii güzelliği olan alanları kamu yararına sürekli olarak koruma şeklinde
özetlenebilecek National Trust adlı kuruluş ilk çalışmalarını kıyılardaki
araziyi korumaya yöneltmiş, ülkenin doğal özelliklerinin ve iyi yapıların
bozulmasını denetlemiştir.
Resim 8: "LONDRA
VE ÇEVRESİ" (THOMAS MOULE'S ENGLISH COUNTIES,
1837)
1900 yılında “Eski
Anıtları Koruma Yasası” çıkarılmış,
tarih öncesi kalıntılar yanında ortaçağ yapılarının da korunması amaçlanmış ve
kapsamı tarihi, geleneksel ve artistik değerleri nedeniyle korunması gerekli
görülen yapıları da içine alacak şekilde genişletilmiştir[36].
Bugünkü anlamıyla, İngiltere’de getirilen ilk koruma
tedbirleri 1913 yılında yürürlüğe giren
Eski Anıtları Sağlamlaştırma ve Düzenleme Yasası ile Tarihi Anıtlar Komisyonu
tarafından korunması gerekli görülen eski eserlerin tescil edilmesi ve bu
tescil edilen yapıların korunması için yapılacak her mücadele için izin
alınması zorunluluğu getirilmiş, yerel yönetimlere ve Bayındırlık Bakanlığına
eski eserleri koruma görevi verilmiş, eski eserlere zarar verenlere para ve
hapis cezası öngörülmüştür[37].
İngiltere’de 1944 ve
1947 Şehir ve Kır Planlama Yasaları ile mimari ve tarihsel yönden önemi olan
yapıların korunması için geniş kapsamlı listeler hazırlanması öngörülmüş,
yapıların izinsiz değiştirilmesi ve yıkımı yasaklanmış, 1953 tarihli Tarihi
Binalar ve Eski Anıtlar Yasası ile Tarihi Binalar Konseyi kurulmuş, korunması
öngörülen yapıların bakımı ve onarımı için parasal yardım sağlanmıştır. Aynı
şekilde 1962 tarihli Yerel Yönetimler Tarihi Yapılar Yasası ile de tarihi
eserlerin korunmasında bakanlıkça parasal destekte bulunulmasına karar
verilmiştir. 1967 “Civic Amenities Act” yerel yönetimleri tarihi ve mimari
değeri olan alanları, saptayıp denetlemekle görevlendirmiş ve planlamaya
“Koruma Alanı” kavramını sokmuştur.
Şehir ve Kır Planlama Yasaları 1968 ve 1972 yıllarında
yeniden düzenlenmiş ve koruma alanı içindeki tescil edilmemiş binalarında
kontrolünün sağlanması düşüncesi kabul edilmiştir. 1979 Eski Anıtlar ve
Arkeolojik Alanlar Yasası ile arkeolojik alan fikri ortaya konmuş ve planlama
yasasından ayrı olarak anıtlara yapılacak müdahalenin programlanması ve
denetlenmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
IV.3. İTALYA
İtalya’da Ortaçağ’da, Rönesans öncesi ve sonrasında tarihi
eserlere ve anıtlara karşı olan yaklaşım daha önceki bölümlerde verilmişti.
Burada 18. yüzyılın sonu ile 19. Yüzyılın başındaki önemli gelişmeler ve yasal
çerçeve özetle açıklanacaktır.
Bu dönem, sosyal devrimlerin, endüstrideki gelişme ile
bağdaştığı ve Avrupa’daki yerleşmelerde büyük değişmelere zorladığı bir devirdir.
Roma’nın merkezinde geniş bir alan tarihi ve sanat araştırmalarına tahsis
edilmişti ki, bu konuya yöneltilen tutumun ciddiyetini göstermektedir[38].
Papalık devletinde eski eserler hukukunun en önemli kararları 1802 ve 1820
yıllarında çıkartılan “Editti Doria
Pamplili” ve “Editti Doria Pacca”dır
ve bunlarla ilk defa eski eserlerin bir listesinin yapımından bahsedilmekte ve
bunları denetleyecek organlar kurulmaktadır[39].
İtalya birliğinin kurulmasından sonra, 1865 yılında çıkarılan kanunda, özel
kişi ve örgütlerin elindeki milli eserler sayılan tarihi anıtlara, kamu
yararına-devlet adına- el konulmasından bahsedilmekte, daha sonra senatoya
verilen kanun tekliflerinde ise hükümetin sanata ve tarihi eserlere, anıtlara
önem verdiği ve devletin bunların onarımına izin vereceği belirtilmektedir.
İtalya’da koruma uygulamasının en önemli iki dayanağı; 1939
yılında kabul edilen “Artistik ve Tarihi
Değeri Olan Varlıkların, Panoramik ve Doğal Güzelliklerin Korunması Yasaları”dır.
Birinci yasa; “tarihi, arkeolojik ve
etnografik değeri olan eşyalar, paralar, manüskürler, otograflar, pullar,
kitaplar, mühürler” gibi taşınır mallarla politik, askeri, tarihi, sanat ve
kültür değeri olan taşınmaz malları, ikinci yasa ise doğal güzellikleri olan
alanların korunmasını kapsar.
Saptanan ve belgelenen (tesbit ve tescil edilen) taşınmaz
malların korunması Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi altındadır. Bu eski
eserlerin izinsiz değiştirilmesi, onarılması, tarihi ve artistik kullanışlara
aykırı kullanılması yasaktır. Koruma ve onarım masrafları genellikle mal
sahibine aittir. Gerekli durumlarda Bakanlık masrafların bir kısmını veya
tümünü üzerine alabilir. Eser sahipleri koruma ve uygulama projelerini ilgili
kuruluşlara onaylatmak zorundadır[40].
Bakanlık taşınmaz eski eserlerin bütünlüğünü ve karakterini korumak üzere, bu
eserlerin çevrelerinde koruyucu önlemleri alır. Gerekirse çevrelerindeki
yapıları kamulaştırabilir. Resmi kuruluşlara ait eski eserlerin satışını
yasaklatabilir. Özel kişilerse satıştan devleti haberdar etmek zorundadırlar.
Koruma ile ilgili ikinci yasa, “doğal ve panoramik güzelliklerin” korunmasını sağlamak üzere
oluşturulan yasadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın o yöredeki sorumlu kişilerle,
turizm sorumluları, sanatkârlar, hatta tarımla uğraşanların da davet edildiği
bir Komisyon korunacak değerleri saptar ve belgeler. Belgelenen değerlerin sahipleri,
ya da kullanıcıları Komisyonun izni olmadıkça bu çevrede hiçbir değişiklik
yapamazlar [41].
1967 yılında, 1942 İmar Planı Yasası’na eklenen hükümler ile tarihi
öneme sahip şehirlerin ve şehir bölümlerinin özel alanlar olarak tanımlanmasını
sağlamış, imar planı olmayan yerlerde gelişme projeleri yapımını hükme
bağlamıştır. İmar planı yapılmış yörelerde ise planların bu yasaya uygun şekle
getirilmesi zorunludur. İtalya’da en etkili koruma yöntemlerinden biri de “Özel Şehirler İçin Özel Koruma Yasaları”
çıkarılmış olmasıdır. Bergamo, Bari, Assisi, Venedik, Amona ve bir çok tipik
İtalyan şehri özel yasalarla korunmaktadır.
IV.4. POLONYA
Polonya’da tarihi çevre koruması 1928’de “Milli Varlık Sayılan Anıtlar ve Çevrelerinin Korunması Kanunu”nun
çıkarılmasıyla yasal olarak başlamıştır. Eski eserlerle ilgili en kapsamlı yasa
ise, 1962 yılında kabul edilen “Kültürel
Değerlerin Korunması ve Müzeler Kanunu”dur. Bu kanun, kültürel miras ve
gelişme açısından tarihi, bilimsel, artistik değeri olan antik veya çağdaş tüm
taşınır ve taşınmaz değerleri “korunması gerekli kültürel miras” kapsamına
alır. Tek yapılar, yerleşme örnekleri, folk kültürünün ekonomik, artistik ve
fikri yönlerini ve geleneklerini yansıtan etnografik eşyalar, köy evleri, her
türlü sanat eserleri, sosyal adalet ve özgürlük savaşlarının geçtiği yerler,
diğer tarihi olay ve kişilerle ilgisi bulunan yapılar, arkeolojik buluntular,
teknik kültürün gelişmesini yansıtan belgeler, bu kapsam içine girmektedirler[42].
Koruma ve müzecilik çalışmalarından Kültür ve Sanat Bakanlığı sorumludur. Bölgelerde ve eyaletlerde
korunacak değerleri saptayan ve koruma işlemlerini denetleyen bir koruma uzmanı
(konservatör) bulunmaktadır. Belgelenen eserler bu uzmanın izni olmadan
yıkılamaz, onarılamaz, değiştirilemez. Bu eserlerin bakımı ve korunmasından,
sahipleri veya bunları kullanma yetkisinde olan kişiler sorumludurlar. Koruma
ve onarım masrafları eser sahibine aittir. Devletin, değeri çok yüksek bazı
eserleri koruma yetkisi vardır. Eserlerin koruma kapsamına alınması için
kendilerine başvuran eser sahiplerini devlet bazı vergilerden muaf tutar.
Devlet bu eserlerin koruma ve onarım masraflarını üzerine alabilir [43].
IV.5. ALMANYA VE
AVUSTURYA
Almanya’da, 1871 yılında birlik kuruluncaya kadar her Alman hükümeti
eski eserlerin korunması ile ilgilenmiş ve bu devletlerin kanunlarında bu konu
egemen olmuştur. 1815 yılında çıkarılan kanunla kamu yapılarının ve anıtların gerekli
izin alınmadan değiştirilmesi yasaklanmış, 1819’dan 1841 yılına kadar eski
eserleri koruma ile ilgili pek çok kural konulmuştur. 1844 yılında devlet bütün
restorasyon çalışmalarına gözlemcilik etmeye ve 1853 yılında kurulan bir
komisyon ile ülkenin çeşitli yerlerindeki eski eserleri tesbit edip, takip
etmeye başlamıştır.
1892 yılından itibaren devletin her bölgesi için ayrı ayrı
eski eserleri koruma birimleri kurulmuştur. 1902 yılında Fransız ve İtalyan yasal sistemlerinin iyi bir
şekilde birleştirilmesiyle hazırlanan ve eski eser tanımını mükemmel bir
şekilde veren “Eski Eserlerin Korunması
Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş, 6.4.1904 tarihli kanunla da anıtların
teknik bakım işleri geliştirilmiştir[44]
(Mumcu, 1969,s 55-65).
Avusturya’da 1779 yılından itibaren devlet eski eserlerin
korunması için tedbirler almaya başlamıştır. 23.12. 1818 tarihli kanunla tarihi
ya da estetik değeri olan malların ihracı yasaklanmış, 1850 yılında bir Eski
Eserleri Koruma ve Araştırma Komisyonu kurulmuş, 1885’de ise “Eski Eserleri Kamulaştırma Kanunu”
kabul edilmiştir.
1918 yılında eski eserlerin ihracı yasağı genişletilmiş, 1920
Anayasası ile devlete eski eserleri koruma görevi verilmiştir. Ancak bunu
sağlayacak oldukça kapsamlı ve modern kanun 23.9.1923 tarihinde çıkmıştır. Anıt
korumasında Avrupa’ya öncülük eden Avusturya’da tarihi çevrenin korunması
konusunda büyük bir örgütsel ve yasal boşluk görülmekte, tarihsel bölgelerin
korunması ancak eyaletler ve yerel yönetimlerin kendi olanaklarıyla sağlanmaya
çalışılmaktadır[45].
IV.6. DANİMARKA,
NORVEÇ, İSVEÇ VE İSVİÇRE
Danimarka, 9-11 inci yüzyıllar arasında merkezi Jutland
adasında olan güçlü bir Viking krallığıyla tarih sahnesinde ilk olarak ismini
duyurmuştur. Asiller giderek güçlenmiş ve Danimarka'nın ilk yazılı anayasası
sayılan Magna Carta benzeri bir belgeyi Kral'a imzalatmışlardır. Krallık
1600'lerden itibaren çöküşe geçmiştir. 1658'de İsveç, 1814'de Norveç
ayrılmıştır. İzlanda ise yalnızca sembolik olarak Taç'a bağlı kalmış, 1944’te
bağımsız olmuştur.
19. Yüzyıl ortalarında bütün Avrupa’da olduğu gibi Danimarka'da
da Liberal hareket ortaya çıkmış ve bunun giderek güçlenmesi neticesinde
1849'da, mutlak monarşiye son verilmiş ve meşruti krallığa geçilmiştir. 1864
yılında Schlesswig - Holstein'ı Prusya'ya kaybeden Danimarka 1920'de I. Dünya
Savaşını takiben güney Jutland'da bir kısım toprağı, içerdiği Alman azınlıkla
birlikte, geri almıştır. Tarihindeki iniş çıkışlara ve büyük toprak kayıplarına
rağmen 1000 yıldır bağımsızlığını koruyabilen ülke İkinci Dünya savaşında
Almanya'nın işgaline uğramıştır[46].
Danimarka’da 1966 kanunu ile yıpranmış tarihsel yapıları
satın alma, restore etme, tekrar satma olanağı sağlayan “Bina Koruma Fonu” kurulmuş, koruma kararı alınan yapılarda
değişiklik yapılması izne bağlanmış, 1969 “Slum
Temizleme Yasası” ile belediyelere tarihsel alanların sağlıklaştırılması
için plan yapma ve restore etme olanağı sağlanmış, 1969 ve 1972 yıllarındaki
Doğayı Koruma Yasası ile de pek çok doğal anıt korunabilmiştir[47].
Norveç’te ise; 1965 yılında tarihsel kent alanlarının
korunmasını kolaylaştıran “Kent Planlama
Yasası”, 1970’de doğal ve kültürel değerlerin korunmasını amaçlayan “Doğayı Koruma Yasası”
çıkarılmış,
1975’de anıtların çevresi ve doğa ile ilişkisi için önlemler alınmıştır.
İsveç’te 1960 “Eski Eserler
Yasası” ile tüm tarihsel eserlere sıkı koruma koşulları önerilmiş, 1964 “Doğayı Koruma Yasası” ile de kırsal
görünümlü alanların korunması için önlemler alınmaya çalışılmıştır. İsviçre’de
ise 1966 yılında kabul edilen “Federal
Yasa” ile devlete doğal ve tarihi sitlerin korunmasına yardım etmek için
yetki verilmiştir[48].
IV.6. RUSYA
Eski Rus Devleti olan Kiev Rus’unun (9-12. yüzyıl)
dağılmasından sonra ortaya çıkan Knyazlıklar (prenslikler) 13.-15. yüzyılda
Moğol-Tatar egemenliğinde kalmışlardır. 14. yüzyıldan başlayarak Moskva
prensliğinin yükselişi güçlü bir merkezi devletin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
16. yüzyılın sonlarından başlayan bir ekonomik gerileme ve karışıklık dönemi,
siyasi bunalıma yol açmış, bu gelişme sonucu, 1613’te Zemskiy Sobor adı verilen
genel meclis Mihail Fyodroviç Romanov’u Çar olarak seçmiştir.
18. yüzyıldan itibaren Rusya’da yeni bir tarihi süreç
başlamıştır. 1700-1721 Kuzey Savaşında zafer kazanmayı başaran Rusya, 1721
yılında Büyük Petro (1682-1725) tarafından İmparatorluk olarak ilan edilmiştir.
Yayılmacılık politikası yürüten Rusya İmparatorluğu, 19. yüzyılın
sonlarına kadar kendi sınırlarını bir hayli genişletmiştir.
Sovyet döneminin ilk Anayasası olan Rusya Sovyet Sosyalist
Federatif Cumhuriyeti Anayasası (Temel Kanun) 10 Temmuz 1918 tarihinde V.
Tüm-Rusya Sovyetler Kongresinde kabul edilmiştir. Sovyet dönemindeki diğer
Rus anayasaları, 1925 RSFSC Anayasası (11 Mayıs 1925), 21 Ocak 1937 ve 12
Nisan 1978 tarihli anayasalardır. Rusya’nın
federatif devlet niteliği Sovyetlerden kalma çok kademeli bir özelliği
sahiptir ve federasyon 81 federe unsurdan; 21 Cumhuriyet, 6 toprak, 49
vilayet, 2 federe kent (Moskova ve St. Petersburg), bir özerk vilayet, on
özerk alandan oluşmaktadır[49].
Rusya’da korumacılık 1966 yılında Tarihi ve Kültürel
Anıtların Korunması İçin Tüm Rusya Birliği adlı, Komünist parti ile tam bir
ilişki içinde olan kuruluşla başlamıştır. Tarihi anıtlar, mimari ve güzel
sanatlar, folklor, müzik eserleri tanıtma ve yayın konusunda uzmanlaşmış
bölümleri olan bu kuruluşun üye sayısı 1975’de 13 milyona ulaşmıştır. Anıtlar
için bir genel koruma kararnamesi olan Kültür Bakanlığı, halkı koruma konusunda
eğitmek için 60 büro kurmuştur. Rusya’da savaş zamanı yıkılan anıtların restorasyonu
gerçeğe uygun olarak yapılmıştır [50].
Rusya Federasyonu Anayasası Madde 44’e göre; Herkesin edebi, sanatsal, bilimsel,
teknik ve diğer yaratıcılık ve eğitim verme özgürlüğü güvence altına
alınır. Fikri mülkiyet kanunla korunur. Herkes kültürel yaşama katılma ve
kültür kurumlarından yararlanma, kültür değerlerine ulaşma hakkına sahiptir. Herkes
tarihi ve kültürel mirasın korunmasına özen göstermekle yükümlüdür. Anayasa Madde 72’ye göre; Rusya Federasyonu ve Rusya
Federasyonu unsurlarının ortak yetkileri arasında “Doğal kaynakların
işletilmesi; çevrenin muhafazası ve ekolojik güvenliğin sağlanması; özel
korunması gereken doğal bölgeler; tarihi ve kültürel anıtların muhafazası”
bulunmaktadır.
V. İKİ DÜNYA SAVAŞI VE
SONRASINDA KORUMA HUKUKU GELİŞİMİ
1939-45 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok
Avrupa kentinin yoğun hava bombardımanlarıyla büyük ölçüde tahrip olması, bu
kentlerdeki tarihi mirasın yıkılmasına ve altında bulunan daha eski dönemlere
ait kalıntıların ortaya çıkmasına yol açmış ve Avrupa kentlerinin kökeni
sorgulanmaya başlanmıştır. Savaşın hemen sonrasındaki dönemde, savaşta yıkılan
birçok kent merkezinin yenilenmesi sırasında, günümüzdeki anlamda olmamakla birlikte,
ilk sistematik kentsel arkeolojik çalışmalar başlamıştır.
İki dünya savaşı birçok anıtın zarara uğramasına ve yok
olmasına sebep olmuştur. Taşınabilen eserler kum çuvallarıyla korunabilmişler,
binalar korunamamıştır. Mimarlar öncelikle savaş sonrasında, anıtları
temizleme, anıtla ilgili mimari parçaları derleme, tekrar kullanılabilecek
olanları ayırma işleri ile uğraşırlar. Yıkılmayı önleyecek ilk önlemleri
alırlar. Eski anıtların güvenliğini ve görüntüsünü sağlamak üzere çevreye de el
atılmıştır. 1930 yılında çıkarılan bir yasa ile yerleşmeler dışındaki anıtların
çevresindeki doğanın da korunması öngörülmüştür. Listelere alınmış bütün
yapılar, korunmaları için devletten yardım görmekteydi. II. Dünya Savaşı
sonrasında da, ağırlık anıtların çevresine kaymış, yerleşmelerin bütünü içinde
değerlendirilmesine öncelik verilmiştir. Konu, anıt ve çevresinin
değerlendirilmesi sınırlarını geçmiş, şehir ölçeğine erişmiştir.
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
1. “A Future For Our Past European
Architectural Heritage”, Council of Europe, 1975.
2. Ahunbay, Z.,1996, Tarihi Çevre Koruma
ve Restorasyon, Yem Yayınları, s 8, İstanbul.
3. Akçura, N., 1972, Türkiye’de eski
eserler, Mimarlık Dergisi, 8, s 39-42, İstanbul.
4. Akçura, N., 1973, Yabancı ülkelerde
eski eserlerin korunması, Mimarlık Dergisi, 8, s 13-17.
5. Akçura, N.,1992, Günümüzde tarihi
çevre koruması konusunda görüşler, Mimarlık Dergisi,-249, Mimarlar Odası, s 17,
İstanbul.
6. Akçura, T., 1973, Sanayileşmiş bir
ülke olarak Türkiye’de tarihi çevre koruması ve restorasyon, Mimarlık Dergisi,
8, s 5-6, İstanbul.
7. Akozan, F.,1977, Türkiye’de Tarihi
Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, D.G.S.A.Y. Mimarlık Böl. Rölöve ve
Restorasyon Kürsüsü Yayını, s 4,33-38, İstanbul.
8. Aksu, E., Ayten, M., Erdoğan, M.,
Tunçer, M., 1995, Kentsel Koruma’nın işlevinin yeniden tanımlanmasına yönelik
öneriler, Planlama Dergisi, 1-2, s 60,61, Ankara.
9. Aksulu, I., Bilsel, G., Bilsel, A.,
1995, Kentsel korumada da planlamanın üstünlüğü, 3. Kentsel Koruma-Yenileme ve
Uygulamalar Sempozyumu, s 2, 4, İstanbul.
10. Bademli, R. , Aralık 1991, “Koruyucu
Kent Yenilemesi ve Yerel Yönetimler”, 13-14, Türk - Alman Semineri,
Bildiriler, TMMOB Mimarlar Odası Yayını, Ankara Şubesi Yay. , s.22.
11. Bilsel, A., Bilsel, G., Aksulu, I.,
13-14 Nisan 1995, Kentsel koruma planlamasında bir işlevsel model önerisi, 3.
Kentsel Koruma-Yenileme ve Uygulamalar Kologyumu, Mimar Sinan Üniversitesi
Yayını, s 1, İstanbul.
12. Çeçener, B., 1982, Taşınmaz eski eser
korunma olayı, kararları, organları, koruma politikası ve ülkemiz, Türkiye 1.
Şehircilik Kongresi, ODTÜ-Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, s 251, Ankara.
13. Council of Europe, 1963, “The
Preservation and Development of Ancient Buildings and Historical and Artistic
Sites”, Strasbourg.
14. Council of Europe, 1965, Symposium,
“A Criteria and Methods for A Protective Inventory, Preservation and
Development of Groups and Areas of Buildings of Historical and Artistic
Intrest”, Barcelona.
15. Dobby, A, 1978, Conservation and
Planning, Hutchinson Co.Limited, s 81-81-93, London.
16. Erder, C., 1971, “Tarihi Çevre
Kaygısı Tarihine Giriş”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi
Yay., Ankara.
17. Erder, C., 1975, “Tarihi Çevre
Bilinci”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Yay., s XIII, 66,
118-135, Ankara.
18. Erder, C., 1986, “Our Architectural
Heritage: From Consciousness to Conservation”, Museums and monuments XX, UNESCO
Pub., U.K.
19. Fersan, N., 1980, Küçük Anadolu
Kentlerinde Tarihsel Dokunun Korunması İle İlgili Bir Yöntem Araştırması, İTÜ
Mimarlık Fakültesi, s 72-74, İstanbul.
20. German Comission, 1980, Protection
and Cultural Animation of Monuments, Sites and Historic Towns in Europe, German
Comission for UNESCO and Acedemy of the Chamber of Architect, Bonn.
21. Huth, H., 1940, “Observations Concerning
Conservation of Monuments in Europe and America”, Washington D.C., National
Park Service
23. Kuban, D., 1993, “Türkiye’ye Özgü Bir
Koruma Politikası Olabilir mi?” , 1. Kentsel Koruma ve Yenileme Uygulamalar
Kolokyumu, 7-8 Nisan 1993, MSÜ, Mim. Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü.
24. Lawrence, A.,W., 1957, “Greek Architecture”,
Harmondsworth, Penguin Books.
26. Madran, E., “Kültürel ve Doğal Miras,
Uluslar arası Kurumlar ve Belgeler”, TMMOB Mimarlar Odası yay.
27. Madran, E., “Tanzimat'tan
Cumhuriyet'e Kültür Varlıklarının Korunması”, ODTÜ Mimarlık Fak. Yayını.
28. Marcus Vitruvius Pollio, “Mimarlık Üzerine On Kitap”, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yay.,
29. Middleson, M.,1979, “Koruma Alanları”,
Mimarlık Dergisi-1,s 34-35, İstanbul.
30. Mumford, L., “The Culture of Cities”,
New york, Harcourt, Brace, 1938.
31. “Protection And Cultural Animation of
Monuments, Sites and Historic Towns In Europe”, Cerman Commission for UNESCO,
1980.
32. Riley,D., W., “Historic Towns and
Cities: The York Conferance”, Town and Country Planning, Vol. 36., July/August
1986.
33. Resuloğlu, s., 2005, “Koruma Olgusu Ve Kültür Ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurullarının Yaklaşımları”, Y. Lisans tezi. Dokuz Eylül
Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü.
34. Teber, F., 1997, Fransa’da planlama
araçları, Planlama Dergisi-2, s 35-39, Ankara.
35. “Tarihsel Ve Doğal Çevrenin
Korunması”, 1979, TMMOB Mimarlar Odası Yayınları, İstanbul.
36. Taşınmaz Kültür Ve Tabiat Varlıkları
Mevzuatı, 1996, T.C. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
37. 1710 Sayılı Eski Eserler Kanunu,
“Yorumlar – İncelemeler”, 1976, İstanbul.
38. Trancik, R., 1982, Finding Lost
Space, Van Nostrand Reinhold, s 97, New York.
39. Tunçer, M., 7-8 Nisan 1993, I. Kentsel Koruma ve Yenileme
Uygulamalar Kolokyumu, Sunulan Bildiri: “Bergama Ve Perge’nin Güncel Koruma
Sorunları”, Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul.
40. Tunçer, M., 1994, “Sürdürülebilir Kalkınma
İçin Tarihsel Çevreyi Koruma Politikaları”, Ulusal Koruma Planlaması
Semineri-II, İstanbul.
41. Tunçer, M., 1995, “Tarihi Çevre
Koruma Planlamasında Merkezi Yönetimin Rolü”, 2. Kentsel Koruma-Yenileme ve
Uygulamalar Kolokyumu, Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, İstanbul.
42. Tunçer, M., 1996, “Tarihsel Çevre
Koruma Yazıları”, Yayınlanmamış Ders Notları, Gazi üniversitesi, Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü, Ankara.
43. Tunçer, M., 1995, “Sürdürülebilir
Kalkınma İçin Tarihsel Çevreyi Koruma Politikaları: Ankara, Bergama, Şanlıurfa”,
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve
Siyaset ABD., Ankara.
44. Tunçer, M., 2000, “Tarihsel Çevre
Koruma Politikaları : Ankara”, Kültür Bakanlığı Yayınları 2520, Kültür Eserleri
Dizisi:281.
45. Tunçer, M.,
2006, “Anadolu’da – Yeniden - Kentsel Rönesans”, Hacettepe Üniversitesi
- Güzel Sanatlar Fakültesi, 8. Ulusal
Sanat Sempozyumu : Sanat Ve Kent, Ankara, Hacettepe Üniv. Yay.
46. Tunçer, M., “Avrupa’da ve Türkiye’de tarihsel Çevre
Korunması süreci ve Sonuçlar”, http://blog.milliyet.com.tr/avrupa-da-ve-turkiye-de-tarihsel-ve-kulturel-cevrenin-korunmasi-sureci-ve-sonuclar/Blog/?BlogNo=170306
47.
UNESCO,
“Recommendation Concerning Preservation of Cultural Property Endangered by
Public and Private Works”, Paris, UNESCO, 1968.
48.
Vidinlioğlu,
N., 1989, Tarihi kentler planlamasında hukuki boyutlar, Tarihi Kentlerde
Planlama/Düzenleme Sorunları-Türkiye 11. Dünya Şehircilik Günü Kollokyumu,
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Matbaası, s 33, Ankara.
49.
Yılmaz,
A., 2000, Kentsel Koruma Alanlarında
Planlama Ve Kentsel Tasarım
İlişkileri: Ankara, Afyon, Konya, Avanos, Divriği Örnekleri, Yayınlanmamış
Y.Lisans Tezi, Şehir Ve Bölge
Planlama Bölümü, Gazi Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
50. Yener, S., 1997, Hollanda’da kentsel
tasarım, s 23, Planlama Dergisi-2, Ankara.
51. Zeren, N., 1979, Tarihi Çevrede
Koruma ve Geliştirme(seminer), İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi, İ.T.Ü Yayını, s 4,5,
İstanbul.
52. Zeren, N., 1981, Kentsel Alanlarda
Alınan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, İTÜ Mimarlık Fakültesi-Doktora
Tezi, s 6,7,20,21,31-33,36-39, İstanbul.
53. Zeren, N., 1984, Tarihsel Çevre
Korumasında Yaklaşımlar, Tarihsel Çevre Koruması Seminer Dizisi, İTÜ Mimarlık
Fakültesi, s 37-51, , İ.T.Ü Yayını ,
İstanbul.
54. Zeren, N., 1984, Türkiye’de Tarihsel
Mimari Değer Koruma Anlayışının Gelişimi, Seminer , İTÜ Mimarlık Fakültesi, s
19, , İ.T.Ü Yayını, İstanbul.
NOTLAR
[1] Prof.
Dr., Korumada Uzman Şehir Plancısı (ODTÜ), Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilim Doktoru, Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Başkanı, Gölköy-BOLU, mehmettuncer56@gmail.com (Anadolu Üniversitesi için hazırlanan yazıdan alınmıştır.)
[2]
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi: Dünya mirasını oluşturan değerlerin
kriterlerini belirleyen ve denetleyen konseydir. Uluslararası Anıtlar ve
Sitler Konseyi'nin mimar, arkeolog, şehir planlamacısı, mühendis, sanat
tarihçisi ve sanatçı vs. olmak üzere alanlarında uzman 7.500'ü aşkın üyesi
bulunmaktadır. Uluslararası merkezi Paris'te
bulunmaktadır.
[3] AKÖZ;
F., YÜZER, N., Tarihi Yapılarda Malzeme Özelliklerinin Belirlenmesinde
Uygulanan Yöntemler
Yöntemler, YTÜ.
İnş. Müh. Böl. İstanbul, http://www.e-kutuphane.imo.org.tr/pdf/11142.pdf
[4]
Dünya Mirasları, UNESCO (United Nations Education, Science and Culture,
Türkçesi: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür) tarafından
belirlenen kültürel ve doğal varlıkların listesidir. Dünya miraslarının
korunması için 175'ten fazla ülke bir antlaşma imzaladı. Ülkemizin, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında yürüttüğü
çalışmalar neticesinde bugüne kadar UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 10 adet
varlığımızın alınması sağlanmıştır.
[6] AYDENİZ, N., E., “Kent Arkeolojisi
Kavramının Dünyadaki Gelişimi Ve Türkiye’deki Yansımaları”, Yasar University,
Faculty of Engineering and Architecture, Department of Architecture,
Izmir-Turkey
[7] Bu bölüm
ile ilgili çok detaylı bilgi için Prof. Cevat Erder’in “Tarihsel Çevre Bilinci”
ve “Tarihi Çevre Kaygısı” kitaplarına bakınız.
[8] TUNÇER, M., 7-8 Nisan 1993, I. Kentsel Koruma ve Yenileme Uygulamalar Kolokyumu, Sunulan
Bildiri: “BERGAMA VE PERGE’NİN GÜNCEL KORUMA SORUNLARI”, Mimar Sinan
Üniversitesi, İstanbul.
[10] Charlemagne; aynı
zamanda Büyük Charles olarak bilinir (Latin: Carolus Magnus or Karolus Magnus),
Frankların ve Romalıların İmparatorudur (MS 768)
[11] ERDER,
C., 1971, Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine
Giriş, Ankara.
[12]
TUNÇER, M., 2006, ANKARA, “Anadolu’da –
Yeniden - Kentsel Rönesans”, Hacettepe Üniversitesi - Güzel Sanatlar Fakültesi, 8. Ulusal Sanat
Sempozyumu : Sanat Ve Kent, H.Ü. Yay.
[13] Francesco Petrarca (1304 –
1374), (Petrarch),İtalyan bilim adamı, şair ve erken dönem hümanistlerindendir.
[14] ERDER, C., 1971, Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine Giriş,
Ankara.
[15]Filippo Brunelleschi (1377 - 1446), Floransalı sanatçı, İtalyan rönesans temsilcilerinden.
Yapılarında Roma mimarisinde görülen kubbe, kemer, sütun gibi
mimari öğeleri kullanmıştır. Yapımında çalıştığı Floransa
Katedrali'nin
kubbesi, Roma'daki Pantheon tapınağının kubbesinden sonra en anıtsal ve
büyük kubbedir. Floransa'da San Lorenzo Kilisesi, Pitti Sarayı, Pazzi Şapeli ve Öksüzler Yurdu mimarın diğer eserlerindendir. Perspektifi bulan ilk kişidir.
[16] Leone Battista Alberti (veya Leon Battista
Alberti) (1404-1472) İtalyan ressam, şair, dilbilimci, filozof, kriptocu, müzisyen, mimar. Rönesans hareketinin
öncülerinden. Alberti, Roma’ya döndükten sonra Papa V. Nicolaus’un mimarlık danışmanı oldu. Mimarlık
Üzerine adlı eserini yazdı. Hayatının son yirmi yılında mimari
düşüncelerini birçok önemli yapıda uyguladı.Floransa’da Sta. Maria Novella
Kilisesi ve Rucellai Sarayı'nın cephelerinde
bu tesir görülür. 1450-1460 seneleri arasında yoğun biçimde mimarlıkla
uğraştı. Anıt plan ve maketleri de yapan Alberti, Rimini’de cephesi
zafer takı biçiminde işlenen Malatesta Tapınağı (S.
Francesco Kilisesi), Mantova’da S. Sebastiano ve S. Andrea kiliselerinde de mimari üslubunu ortaya koydu.
[17] ERDER, C., 1971, Tarihi Çevre Kaygısı Tarihine Giriş,
Ankara.
[18] Bkz. Mimarlık Üzerine On Kitap, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yay., Marcus
Vitruvius Pollio (d. MÖ 80-70, ö. MÖ 15 sonra), Romalı yazar, mimar ve mühendis. Mimarlık Hakkında
On Kitap (De architectura libri decem) ile bilinir. MÖ
1. yüzyılda yaşamış
olan Romalı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı
bir mimarlık için "Utilitas,
Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin
gerekli olduğunu ileri sürmüştür.
Rönesans'
ta bu tanım, "Comodita, perpetuita,
bellezza" (kullanışlılık, süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak
benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi"
olarak tanımlarken 19.yy'da İngiliz eleştirmen Jo hn Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka
bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir
Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında
mimarlığın üç koşula (kullanılışlılık,
sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L. Wright'a göre
de "mimarlık biçim haline gelmiş
yaşamdır."
[19]
Michelangelo
Buonarroti (6 Mart 1475 – 18 Şubat 1564) Ünlü İtalyan Rönesans dönemi ressam,
heykeltıraş, mimar ve şairidir. Tam adı Michelangelo di Lodovico
Buonarroti Simoni’dir. Michelangelo, heykeltıraştaki rüştünü kanıtladığı
ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral Davud’un
heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk metrelik bir mermer
kütleden çıkaracağı eser için genç dâhi, mermer bloğun yanına bir baraka
inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü
çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul
edilen David’i yaratır. Michelangelo’nun yaşadığı çağ, kendisiyle boy ölçüşebilecek
derecede yetkin ressam ve heykeltıraşçılara da tanıktır aynı zamanda. Bunların
başında Rafael ve Leonardo
Da Vinci gelir.
[20] Papalık
Devletinde EEH'una veçhe veren en önemli hukuki kurallar 1802 ve 1820
senelerinde çıkartılan «Editti Doria Pamphüi» ile «Editti Doria Pacca»dır.
Muhtevaları birbirlerinin hemen hemen aynı olan bu iki kararda, o zamana kadar eski eserlerle ilgili
olarak tek tek çıkartılmış bütün
hükümler toplanmaktadır.
[21] Yılmaz,
A., 2000, Kentsel Koruma Alanlarında
Planlama Ve Kentsel Tasarım
İlişkileri: Ankara, Afyon, Konya, Avanos, Divriği Örnekleri, Y.Lisans Tezi, Şehir Ve Bölge Planlama Böl., Gazi Üniversitesi, Ankara.
[22] Zeren,
N., 1981, Kentsel Alanlarda Alınan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, İTÜ
Mimarlık Fakültesi-Doktora Tezi, İstanbul.
[23] Akozan,
F.,1977, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, D.G.S.A.Y. Mimarlık Böl. Rölöve ve
Restorasyon Kürsüsü Yayını, s 4,33-38, İstanbul.
[24] Erder,
C., 1975, Tarihi Çevre Bilinci, ODTÜ- Mimarlık Fakültesi, s XIII, 66, 118-135,
Ankara.
[25] Akozan,
F.,1977, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, D.G.S.A.Y. Mimarlık Böl. Rölöve ve
Restorasyon Kürsüsü Yayını, s 4,33-38, İstanbul.
[26]
Eugene Emmanuel Violet le Duc : Ünlü Ortaçağ yapılarının onarımı
konusunda uzman, özellikle, gotik mimariye ilişkin yapısal işlevselciliği
yorumlaması açısından sık sık eleştiriye uğrayan, çok etkili bir kuramcı,
sayıları pek çok olmayan binalarım yapımcısı olan Viollet-le-Duc güçlü olduğu
kadar karmaşık bir kişiliğe sahipti. 1840'tan 1870'e kadar Fransız mimarisine
egemen olan Viollet-le-Duc günümüzde bile arkeologlarla sanat tarihçilerinin
büyük ilgisini çekmektedir.
[27] Ahunbay,
Z.,1996, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, Yem Yayınları, s 8, İstanbul.
[28]
Viollet-le-Duc'ün, gotik mimariyi kurduklarına inandığı plastik dinamiklik
ilkelerine getirdiği yorum [Entretiens sur Varchitecture [Mimarlık Üstüne
Konuşmalar], 1863-1876), Ortaçağ katedrallerinin yapısını, belki de, yaşadığı
dönemde Labrouste'un (Sainte-Genevieve Kitaplığı, 1843-1850), jo-seph Paxton'un
(Crystal Palace, 1851) ya da Baltard'ın (Paris Hali, 1854) tasarladıkları en
"modern" yapılar kadar iyi yansıtmaz. Bununla birlikte, içerdiği
işlevselcilik anlayışı, 1890-1910 yıllarının Victor Horta, Antonio Gaudi, Louis
Sullivan gibi büyük mimarlarının giriştikleri deneyimlerin çoğunun kökeninde
yer alan savlara dayanır. Bu savlar XX. yy'da mimarinin Viollet-le-Duc'ün
anlatımına doğru evrim geçirmesine katkıda bulunmuştur.
[29] Yılmaz,
A., 2000, y.a.g.e.
[30] Mumcu,
A., 1969, Eski Eserler Hukuku ve Türkiye, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 26/3-4, s 55-67, Ankara.
[31] Akçura,
N., 1973, Yabancı ülkelerde eski eserlerin korunması, Mimarlık Dergisi, 8, s 13-17.
[32] Erder,
C., 1975, y.a.g.e., S.118-135, Ankara.
[33] Zeren,
N., 1984, Tarihsel Çevre Korumasında Yaklaşımlar, Tarihsel Çevre Koruması
Seminer Dizisi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 37-51, , İ.T.Ü Yayını , İstanbul.
[34] Zeren,
N., 1984, y.a.g.e., S.37-51.
[35] Erder,
C., 1975, y.a.g.e., S.118-135, Ankara.
[36] Mumcu,
A., 1969, y.a.g.e.
[37] Yılmaz,
A., 2000, y.a.g.e.
[38] Erder,
C., 1975, y.a.g.e., S.66, Ankara.
[39] Zeren,
N., 1984, y.a.g.e., S.37-51.
[40] Akçura,
T., 1973, Sanayileşmiş bir ülke olarak Türkiye’de tarihi çevre koruması ve
restorasyon, Mimarlık Dergisi, 8, s 5-6, İstanbul.
[41] Zeren,
N., 1984, Tarihsel Çevre Korumasında Yaklaşımlar, Tarihsel Çevre Koruması
Seminer Dizisi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 37-51, , İ.T.Ü Yayını , İstanbul.
[42] Akçura,
T., 1973, y.a.g.e.
[43] Yılmaz,
A., 2000, y.a.g.e.
[44] Mumcu,
1969,y.a.g.e, S. 55-65.
[45] Fersan,
N., 1980, Küçük Anadolu Kentlerinde Tarihsel Dokunun Korunması İle İlgili Bir
Yöntem Araştırması, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s 72-74, İstanbul.
[47] Zeren,
N., 1981, Kentsel Alanlarda Alınan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, İTÜ
Mimarlık Fakültesi-Doktora Tezi, S. 20,21, İstanbul.
[48] Zeren,
1981,y.a.g.e., S. 20,21
[50] Dobby,
A, 1978, Conservation and Planning, Hutchinson Co.Limited, s 81-81-93, London.
No comments:
Post a Comment