Thursday, October 7, 2010

ULUSAL DEPREM SEMPOZYUMU KAPANIŞ OTURUMU


ULUSAL DEPREM SEMPOZYUMU KAPANIŞ OTURUMU
Abant İzzet Baysal Üniversitesi / Gölköy Kampusu / BOLU
12 Kasım 2009

PANEL
Panel Yönetimi :
Prof. Dr. Mehmet TUNÇER

Mehmet Ali TÜRKER
Yüksel CEYLAN
Adnan CUMHUR
Sabri FIRAT
Durmuş BAHŞI
Cahit ÇINGI


Prof. Dr. Mehmet Tuncer: Bolu’nun ve Düzce’nin eski kamu yöneticileri birbirlerine deneyimlerini aktarsınlar, yapılanlar, yapılamayanlar ve yaşananların genel bir değerlendirmesini yapalım ve bundan sonra o dönemde yaşanmış olayların eksiklikleri, hatalarının tekrarlanmaması için neler yapmalıyız, kamu yönetimi açısından, yerel ve merkezi yöneticiler açısından ve sivil toplum örgütleri açısından. Tabii ki halkımız ve üniversitemiz açısından değerlendirmeleri de almak gerekiyor. Bunu tartışalım istedik. Katılımcılara geldikleri için çok teşekkür ediyorum. Programda saat 18:00’e kadar süremiz var. Katılımcı sayımız da az olduğuna göre birinci tur konuşmalarda ben konuşmalara 5 dakika daha zam yapıyorum, on dakika olarak daha önce belirlemiştik onu 15’er dakikaya çıkarıyorum. Önce izin verirseniz sayın Mehmet Ali Türker, sayın valimiz sizden başlayarak;

Mehmet Ali Türker (Bolu Eski Valisi) : Şimdi depremin olduğu zaman görevli valimiz ve belediye başkanımız, iki belediye başkanımız vardı, bir de ilçe belediye başkanlarımız vardı ama gelmediler galiba, o canlılığı biz dokuz ay sonra göreve başladık, birçok şeyler yapılmıştı. O bakımdan ilk sözün ben Yüksel Bey’den başlamasını istiyorum. Depremin olduğu psikolojik ortamın içinde görev yapmaya çalıştılar. Ben vali beyi ve Nusret Bey’i de dinlemek istiyordum, hiç bir araya gelemedik, o dokuz ayda ilk başından birinci gününden itibaren, 12 Kasım’dan itibaren bir idareci olarak ve depremzede olarak hangi ruh hali içerisinde çalışmalara başladılar, yürüttüler, neler oldu diye dinlemek isterdim, zevkle de burada dinleyecektim. Oradan çıkaracağım kendime göre hisseler vardı ondan mahrum kaldık. Ruhi Bey de gelmemiş, gerçi Adnan Bey o tarafı biliyor da Düzce yönünü Ruhi Bey’den dinlemek isterdim. Ben kendi hakkımı Yüksel Bey’e devrediyorum, daha sonra devam ederiz.

Prof. Dr. Mehmet Tuncer: O zaman Sayın Eski Belediye başkanımıza sözü veriyorum. 1999 Depremi öncesinden başlayarak deprem esnası ve sonrasında yaşananlar ve yerel yönetimin yaptıkları, yapamadıkları hakkındaki görüş ve önerilerinizi sunarsanız sevinirim.

Yüksel Ceylan (Bolu Eski Belediye Başkanı): Sayın Başkan, çok değerli valim, değerli öğretim görevlilerimiz, sayın konuklar, sevgili gençler, değerli basın mensupları. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Deprem sırasında, şöyle bir slogan geliştirmiştik deprem sonrasında: “Depremi unutmayacağız, unutturmayacağız” demiştik ancak depremden iki üç yıl geçtikten sonra maalesef yavaş yavaş unutmaya başladık. Abant İzzet Baysal Üniversitemizin Mimarlık Mühendislik Fakültesi depremin onuncu yıldönümünde böyle bir etkinlik, böyle bir sempozyum düzenlediği için kendilerine Bolu halkı adına teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Gerçekten tam unutmaya yüz tuttuğumuz bir dönemde böyle bir sempozyumun yapılması depremin yeniden hatırlanmasına vesile olacaktır. İnsan hafızası unutmaya daima alışkındır, hep unutabiliyoruz. Ancak sık sık böyle etkinliklerle depremi unutmamalıyız. Ülkemizin yüzde 92’si deprem tehlikesiyle karşı karşıyadır, coğrafi durumumuz bu. Biz bu nedenle bu coğrafya üzerinde depremle yaşamaya alışmalıyız. Onun için de bu tür etkinlikleri sık sık düzenlemeliyiz. Değerli arkadaşlar, ben üç aylık belediye başkanıyken maalesef ülkemizde 17 Ağustos depremini yaşadık. O zaman Düzce ilçesi Bolu’ya bağlı bir ilçeydi. Deprem Düzce’de Gölyaka, Gümüşova ve Cumayeri’nde hasar oluşturmuştu. Valiliğimizle beraber koordinasyon içerisinde belediyenin olanaklarıyla bu depremde hasar gören ilçelerimize gerekli yardımları yaptık. İşte buradan Komando Tugayı’ndan çadırkentlerin kurulması için askerlerin belediye otobüsleriyle taşınması, bu ilçelerimizin çöplerinin toplanması, buradaki su şebekesindeki bir takım arızaların onarılması gibi, arama kurtarma çalışmaları gibi her türlü çalışmaya Bolu Belediyesi olarak katıldık. Tabii 17 Ağustos Depremi Bolu Belediyesi olarak bizi de yeniden bir muhasebe yapmaya, nelerimiz var, nelerimiz eksik, neleri yapabiliriz konularında bir değerlendirme yapmaya itti. Önce Bolu’nun zemin etüt çalışmalarını tamamlatmak için, arazi kullanım haritasını yaptırmak için Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü ile gerekli girişimleri yaptık. Sanırım 14 Kasım’da üniversite burada çalışmaya başlayacaktı, zemin etüt çalışmalarına, maalesef 12 Kasım’da depremi yaşadık. Tabii 17 Ağustos depreminde yaşanan karmaşa, büyük sıkıntı devletimize, hükümetimize ve kamu kurumlarımıza büyük bir ders vermiştir. O zaman karmaşa oluşmuştu, trafik tıkanmıştı, arama kurtarma çalışmaları aksamıştı ama 12 Kasım’da böyle bir sıkıntı yaşanmadı. Ben deprem olduğunda belediyede görevimin başındaydım. Evrak imzalamak ile meşguldüm, o sırada sallanmaya başladı, o andaki ruh halimle masanın yanındaki büyük kolona sarıldım, orada depremi yaşadım. Tabii kolonun burkulması beni korkuttu. Diğer görevli arkadaşlar bana bağırıyorlar, sesler derinden geliyor, neyse deprem, sallanma bitti, elimizdeki çakmakla dışarıya çıktık. Ama maalesef dışarıya çıktığımda ben daha çok korktum. Her taraf toz dumandı, insanların bağırtı sesleri geliyordu, büyük bir panik vardı. Oradan arabamıza bindik, doğrudan itfaiyeye gittik. Maalesef o anda da çok yangın ihbarları gelmeye başladı, 32 tane yangın ihbarı geldi. Trafik sıkışık, hepsine müdahale ettik. Snokel ile bazı binaların üstünde kalan vatandaşlarımızı kurtardık ve depremin ilk saatlerini bu şekilde geçirdik. Daha sonra Bolu Valiliği’ne gittim. Orada Vali Bey’le görüştüm, Nusret Bey’le, kendisi şu anda aramızda yok, rengi bembeyaz olmuştu. Sayın Valim iyi misiniz dedim. İyiyim dedi. Ben kendi yüzümü görmüyordum ama onun yüzü bembeyazdı. Belki benimki de öyleydi. Daha sonra kriz masası oluşturduk. O arada dün Oğuz Hocam da aktardı Bolu’ya yeni bir vali yardımcısı geldi ben de kendisine daha hoşgeldine gidememiştim, iki gün olmuştu, orada Oğuz Bey yanında bir mimar hanım, bir mühendis bey dört kişiydiler. Benden Bolu’nun yerleşim haritasını istediler. Var mı dediler var dedim. Var sayın valim dedim. Belediyenin üst katından haritayı getirdik. Bu hasar olan bölgeleri işaretlemeye başladık, o arada Kaynaşlı’da büyük bir yangın ihbarı geldi Vali Bey’e. Vali Bey “sen dedi burayı idare et ben dedi Kaynaşlı’ya gidiyorum. Olur dedim, o arada kriz masasına gitmeden önce de hastanelerimizi ziyaret etmiştim. Özellikle İzzet Baysal Devlet Hastanesi ve o günkü adıyla şu anda Köroğlu Hastanesi olan SSK Hastanesi hasar almıştı. Ancak Ankara’dan gelen ambulansları ve doktorları ben o andaki telaş içinde ya devlet hastanesine ya da SSK Hastanesi’ne yönlendiriyordum. Halbuki kadın doğum hastanesinde herhangi bir hasar olmamıştı ama oraya yönlendirmek hiç aklıma gelmedi. Birkaç gün sonra onu fark ettim ben dedim niye böyle bir hata yaptım. Sabah olduğunda ertesi gün başbakanımız geldi bakanlarıyla beraber. Depremde hasar gören binaların, enkazların oralarda incelemeler yaptık. Bu incelemelerden sonra kendisi Düzce’ye hareket etti, ben de kendisine eşlik ettim. Değerli arkadaşlar tabii bunları anlatırken şunu da özellikle belirtmek istiyorum. Deprem anında yerel yöneticiler yakınlarından herhangi birini kaybetmiş olabilir veya enkaz altında kalmış olabilir. Daha önce birkaç uluslar arası birkaç toplantıda da belirttiğim gibi bu tür afetlerde komşu illerle bir koordinasyon oluşturularak böyle bir afet anında o ilin valisi, belediye başkanı veya diğer sivil savunma kurumlarının deprem olan veya afet olan illerle eşgüdüm ve koordinasyon yapması gerekir. Kendim düşündüm, acaba aile efradımdan birisine depremde bir şey olsaydı ben ne yapabilirdim, Bolu’ya nasıl faydalı olabilirdim diye. Bunun programı yapılmalı, bu konuda bir koordinasyon yapılmalı. Kısaca depremin ilk anları bu şekilde geçti. Tabii, biz depremde öncelikli olarak binaların yıkılmasını ve çok insan ölmesi sanki çok hasar olmuş gibi değerlendiriliyor. Sabah şehri şöyle bir dolaştığımızda hemen hemen şehrimizdeki binaların yüzde 52’si depremde hasar görmüştür. Ama akşam o karanlıkta binalarımızın ne kadar hasar aldığını bilemiyoruz. Sadece on, onbeş bina yıkılmıştı, biz hafif atlattığımızı zannettik ama maalesef binalarımızın yüzde 52’si hasarlıydı. Ertesi günü bunu daha gündüz gözüyle yalın ve çıplak bir biçimde gördük. Tabii valiliğimiz bünyesinde bulunan yaklaşık 1000 kadar Kızılay çadırını depremzedelere dağıttık. Özellikle şehrimizin D-100 karayolunu dikkate aldığımızda kuzey kısmında hasar daha çok oluşmuştu. Buralara dağıttık. Belediyenin olanaklarıyla buraların çadırların kurulduğu alanların altyapılarını, malzemelerini yapmaya başladık. Buralara tuvalet, el yüz yıkamak için su getirdik. Daha sonra devletimizin olanaklarıyla çadırkentler, prefabrik konutlar oluşturuldu ve ardından da kalıcı konutlar oluşturuldu. Tabii biz kalıcı konutlara o zaman kalıcı konut diyorduk, orada vatandaşlarımızla yaptığımız bir değerlendirme sonucunda, bir anket sonucunda iki mahalle oluşturduk sayın Valimizin de desteğiyle. Birisi Yaşamkent, biri de Umutkent mahallesi ismini verdik. Ve yine sayın valimizin Mehmet Ali Türker’in de destekleriyle beraberce bir deprem anıtı ve müzesi bu mahallemizde yaptırıldı. Buradaki amacımız vatandaşların Bolulu hemşehrilerimizin depremi unutmaması, o anıtı gördüklerinde depremi hatırlamaları idi. Zaman zaman bu konuda tenkitler geliyor ama ben bu deprem anıtının orada çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu deprem anıtının oradan kaldırılacağı söyleniyor, kaldırılmamasından yanayım. Bu deprem anıtının orada durması gerekiyor. Değerli arkadaşlar, deprem bize bazı gerçekleri öğretti. Bakın deprem olmadan önce jeoloji mühendisliği, jeofizik mühendisliği ve diğer branşlarını Türkiye’de pek dile getiren yoktu. Ancak depremle birlikte bu gerçekler de ortaya çıkmaya başladı. Ancak jeoloji mühendisleri deprem nedeniyle jeofizik mühendisleri öne çıkınca bu sefer de inşaat mühendisleri rahatsız olmaya başladı. İnşaat mühendisleri odası başkanı da burada. Bunun şunun için söylüyorum, bir bina yapılırken, jeoloji mühendisleri, mimarlar, mühendisler, elektrik mühendisleri, makine mühendisleri ortak çalışmalılar, beraber çalışmalılar. Ancak depremden önce özellikle küçük binalar yapılırken bir tane hazırlanmış projenin belediyeye getirilerek onaylandığını ve buna inşaat ruhsatının verildiğini biliyorum. Depremden sonra bahsettiğim bu kurumların müşterek, organize çalışmaları başlamıştır. Yani bilimden yeterli derecede yararlanmıyorduk ancak depremle birlikte bilimden yeterli derecede yararlanmaya ve her meslek mensubunu kendi branşında konutlarla ilgili çalışmalarını yapmaları sağlanmış oldu. Depremden sonra Bolu Belediyesi’nin Bolu’nun eksiği olan zemin etüt çalışmalarını TÜBİTAK, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara Üniversitesi ve Bolu Belediyesi işbirliğiyle gerekli sondaj ve sismik sondajlar yapılarak Bolu’nun arazi kullanım haritası tespit edilmiş ve afet işleri tarafından da onaylanmıştır. Yine Ankara Üniversitesi ile birlikte Bolu’daki faylarımızı jeoradarla incelettirerek Bolu’daki fayların aktif durumlarını öğrenmeye çalıştık. Ben belediye başkanlığı sürem içerisinde bu rapor elime ulaşmamıştı ama tamamlandığını zannediyorum, muhakkak belediyemizin de bu konuda bilgisi vardır. Yine deprem sonrası dün de belirttiğim gibi bir deprem master planı yapılması için Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü ile ortak bir çalışma başlatmıştık. Benim görev sürem içerisinde bitmemişti ama daha sonra bitti. Bu çalışmada özellikle benim arzu ettiğim depremde hasar almayan, az hasar alan binaları belediyedeki projeler bazında inceledik. Yeni deprem yönetmeliğine göre bir tip proje hazırlayarak bilgisayarda bunun kontrollerini yaptık. Bu tabii dün Oktay Bey’in de belirttiği gibi, deprem anında hangi bölgeler hasar alır, ne kadar hasar alır, deprem sırasında nerede toplanılabilir, acil arama kurtarma çalışmaları nasıl yapılabilir ve diğer çalışmalar nasıl yapılabilir, sosyo-ekonomik durum nasıl düzeltilebilir diye değerlendirmeler bulunmaktadır. Tabii sayın valim Mehmet Ali Bey Bolu’ya geldiğinde bize şöyle bir şey söylemişti: Ben dedi bir sosyal felaketten geliyorum, siz de doğal bir felaket yaşamışsınız, biz bu çerçevede Bolu’da dayanışma göstermek üzere bir il kurultayı kurduk. Bu il kurultayında üniversitemizin rektörü o zaman Nihat Bilgen ve bilim kurulu başkanı da Prof. Dr. Uğur Eser vardı. Bu çalışmaları yaparken Bolu’nun sosyo-ekonomik durumuyla ilgili idari bilimler fakültemiz Uğur Eser Bey’in başkanlığında bize bir rapor hazırladı. Bu rapor çerçevesinde bakanlıklar nezdinde girişimlerde bulunarak deprem sonrası Bolu’nun bozulan sosyo-ekonomik durumunun düzeltilmesi için bazı taleplerimiz oldu. Bu talepler sonucunda Başbakanlıktan Bolu İl Gelişme Planı’nın yapılması için karar çıktı ve Bolu İl Gelişme Planı, Bolu Valiliği, Devlet Planlama Teşkilatı, Bolu Belediyesi, Bolu Ticaret ve Sanayi Odası ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi ile birlikte hazırlandı ve depremden sonra Bolu’nun 25 yıllık vizyonu, hedefi belirlenmiş oldu. Bakın bugün Bakanlar Kurulu’ndan Turizm teşviği ile ilgili Bolu turizm teşviğinden yararlanıyor, inanıyorum ki yaptığımız bu Bolu İl Gelişme Planı’nın bu teşviklerde faydası olmuştur. Daha birçok projeler burada üretilmiştir ancak ne hazindir ki ben de siyasetçiyim ama bu siyaset denilen kurum bazen yapılan bilimsel çalışmaları da elinin tersiyle itebilmekte. Şu andaki Bolumuzun yöneticileri, milletvekilleri maalesef bu İl Gelişme Planı’nın çerçevesinde hareket etmediği kanaatindeyim. Eğer bu İl Gelişme Planı dikkate alınırsa Bolu da daha yeni yatırımlar, yeni çalışmalar yapılabilir diye düşünüyorum. Şimdi bir hususu daha belirterek sözlerime son veriyorum. Depremden sonra tabii bu çalışmalarımızı, biraz önce aktardığım çalışmaları yaparken, elbette üniversitelerimizde ve bu konuda uzman olan hocalarımızla ilişkiler kurduk. Takdir edersiniz ki önce 17 Ağustos Depremi ardından 12 Kasım Depremi yaşanmıştır. Üniversitelerimizin büyük bir kısmı bu bölgelere yönlendirildiği için Bolu bu konuda epey sıkıntı çekmiştir. Tabii üniversitemizin bir Mimarlık-Mühendislik Fakültesi yoktu ama Mimarlık-Mühendislik Fakültesi açıldı ve gerçekten açıldıktan iki yıl sonra bu sempozyumu düzenlediler. Gerçekten ben bu konuda çok mutlu oldum çünkü çok sıkıntı yaşadık. Bu vesileyle de üniversitemizi kuran ve Mimarlık-Mühendislik Fakültesi’nin de açılmasına vesile olan Bolumuzun Babası, Büyük Hayırsever İzzet Baysal’ı da şükranla ve rahmetle yadediyorum. Vakıfta görev yapan vakıf başkan ve yöneticilerine de teşekkür ediyorum. Bana burada söz verdiğiniz için de sizlere teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Prof. Dr. Mehmet Tuncer: Sayın Yüksel Ceylan’a teşekkür ediyoruz. Yerel yönetimin deprem esnasında ve sonrasında yaşadıklarını ve yaptıklarını anlattı. Yapılanlar ve yapılmayanlardan belki daha fazladır o gün itibarıyla ama bugüne yansımasının da çok eksik olduğunu söyledi. Birçok çalışmalar yapıldı, o anda acil olan Yaşamkent, Umutkent gibi mahallelerin kurulmasıydı belki. Ama şimdi önümüzde daha acil konular var. Kentin bütününün bir makro plana kavuşturulması halen eksik ve yapılan İl Gelişme Planı benzeri çalışmaların da hayata geçirilmesi için belki alt paket projelerin yapılması gerekir. Onu da tartışırız. Şimdi müsaade ederseniz sayın valim, dönemin valisi, Mehmet Ali Türker’e söz vermek istiyorum.

Mehmet Ali Türker (Bolu Eski Valisi): Değerli Konuklar, afet denince her çeşidi oluyor. Afet bakımından baktığımızda Türkiye geneline acaba batı cephesinde bir şey var mı diye veya doğu cephesinde ne oluyor diye baktığımda on sene sonra fazla bir değişiklik yok. Hala Türkiye 2000 yıllarında terör belli bir noktaya gelmişken hala bir terörü yaşıyor, iki gündür sempozyumu takip ediyorum depremle ilgili bu konularda etkin hocalarımız, zaman içinde bakanlıkta görevli arkadaşlarımız, hocalık da yapan arkadaşlarımız, bakıyorum daha nazari diyebileceğim pratiğe dönük şeyler var ama güncelleşip Bolu’ya has, ayağı yere basan, şu şu şu konular yapıldı, şu şu şu konular yapılması gerekirdi bu açıktır diye sorgulama yapılamadı, hep belli konularda depremi tarif eden, depremin Türkiye içinde gelişimini, seyrini, jeolojik olarak, jeofizik olarak, sismik şeylerle onlar. Bolu’yu konuşuyoruz Bolu Sempozyumu’nda deprem öncesi neydi, deprem sırasında ne oldu, depremden sonra ne durumda girdi, ne olması gerekirdi? Bunu objektif olarak ortaya koyamadık. Ve buranın yöneticileri, yönetici olacaklar da buradan neticeler alarak “şurada bizim eksikliklerimiz var, şunları alalım, neyle nasıl yapacağız?, bir de ekonomisi var bunun, bütçesi olmadan…Şimdi bu suallere kafamda cevap bulamadım. Şimdi yıl 2000, Ağustos’un dokuzu. Günceli Tuncer’i bıraktık havameydanına hatta misafirlerimiz vardı onlarla vedalaştık, doğru geldik, geldik hükümet konağı kız meslek lisesinin bir tarafına idari kısmına şey yapılmış, şimdi gözüme çarpıyor, Namdar Hocam karşılıyor, Yener Bardakçı baro başkanı olarak karşılıyor, belediye başkanı Yüksel Ceylan…O karşılayan gruptan başka kimseyi de hatırlayamıyorum, burada var mı yok mu bilemiyorum. Şimdi üçte de Yurdaer’in oraya yemeğe götürdüler, ondan sonra lokantada başladık depremle ilgili konular sıcak konular. Geldiğimde ne olmuştu? Çadırkentler vardı, adedi on kusurdu. Prefabrik kentler vardı, ağır hasırlılar tespit edilmiş, yüzde 80’den fazlasının yıkımı sağlanmış, enkazları da belli yerlere, çöplük dolmuş, Beypiliç’in o tarafında bir tarla vardı o dolmuş, Karacasu’da şimdi bisiklet yolu yaptığımız yerleri, şimdi gördüğünüzde bir şey yok dersiniz, o şeyler hep doluydu. Ondan sonra kalıcı konutların yeri tespit edilmiş, konutların üç müteahhit tarafından yapımına başlanmış, birinci katlar ikinci katlar inşa halinde devam ediliyor. Sonra bütün prefabrik ve çadır kentlerin suları, elektrikleri verilmiş, bakanlık teşkilatından yetkili bir müsteşar yardımcısı vardı, onun gecesi gündüzü belli değildi, beş altı deprem yerinde seyyardı. Hangi saatte hangi zaman geldiğini gittiğini kestirmek kolay değildi. Aşağı yukarı o zamanki bakan da öyleydi. Benim ilk bakanla karşılaşmam kalıcı konutlara gelmiş, basın da var, ben mutat televizyonun karşısında pijamamı giymiş vaziyetteyken haber verdiler, bakan geldi, nerede kalıcı konutlarda. Ben acaba transit mi geçecek, Tunceli’de pek bakan yüzü görmüyoruz, açtım telefonu dedim sayın bakanım acil bir talimatınız var mı, gelince konuşuruz dedi. Vardık, epey bir basın var, giriyorlar çıkıyorlar inşaatın içine, elektrikler var, biz de tabii sağlık yönünden de afetzede olduğum için dirsek falan yemek istemiyorum o yüzden merdivenlere filan atılamıyorum, biraz geride duruyorum. Bir curcuna, bakan gidildi. Bu ortam içinde yönümüzü bulmaya çalışıyoruz. Biraz önce Yüksel Bey söyledi, sosyal afet olan terör bölgesinde üç sene Tunceli gibi bir yerde görev yaparak geliyorum, belirli bir noktaya gelinmiş. Burada da doğal afet var. Benim elimde olan kendime göre kazandığım bir yönetim sanatından başka önümde şunlar yapılacak, şu olacak, parasal durumu şu, kaynakları bu diye önümde hiçbir şey görmedim. Hatta başlar başlamaz bazı talepler gelmeye başladı. Ben perdenin bu tarafını anlatayım da herkes bazı şeyler yapılıyor, kolay yapılıyor anlamasınlar diye. “Sayın valimin emri üzerine şu kadar insanı ben iskan ettim, şu kadar alacağım var”, kağıt kuyut yok, tabii o arada kafam atıyor, kriz merkezinde görev alanlar nereye kimi o şartlar içinde yatırdıklarını veya iskan ettiklerinin bir kağıdı olması, hangi fiyata veya neden ne kadar borcumuzun olduğunun bilinmesi lazım. Onlar yok elimizde. Bazen itimat etmediğiniz zaman yetkili arkadaşlar kanalıyla, vali yardımcısı veya valimize bir telefon edin, gerçekten böyle bir söz vermişliği var mı, varsa ödeyeceğiz. Böylesi bir ortam içinde yol bulmaya çalışıyoruz. Şimdi bu yol bulmada yapılan şöyle önümde protokol listesi var, vilayette görevli vali yardımcılarının üçü gitmişmiş, onları da yazmış, 12 tane vali yardımcısı o zaman görev almış, üçü ayrılmışlarmış ben gelmeden önce, 12’den üçü çıkarırsak 2004’ün ben gidene kadar çalışan vali yardımcısı sayısı o. Bunların içinden birisi kriz merkezinde de görevlendirilmiştir ve kriz merkezinde görev alanların çoğu, belki yüzünü görünce tanırım, birçoğu isimsiz kahraman demeye pek dilim varmıyor, ben avam konuşmayı da sevmem, görünmeyen, kendine görev edinen enayi takımı, baş enayi de benim. Onlar, bu çadır kentler dediğim kolay değil oranın idaresi, iaşesinden barınağından elektriğinden suyundan. Bunların her türlü sorunları vali yardımcısına söylüyoruz, git yap diye, benim işim kolay. Şunları yapın, bunları yapın demekten başka ama o yapın demeyi de bazı şeyleri dayamak lazım. Biraz önce bahsettim personel ama ondan daha önemlisi bu olayda kaynak meselesi. Para meselesi, Bolu bu açıdan şanslıydı. Bankalarda 11 trilyondan fazla faizde özel idarenin bütçesi vardı, o kararda alınmıştı, belediye dahil biz dahil, üç misli miydi normal iller bankası, bize dört misliydi özel idarenin farkı var. 2,5 trilyon kadar kaynağı varken 10 trilyona yakın bir kaynak geliyor. Ben şöyle hesapladım, 7,5 trilyon oradan, faiz yüksekti faiz gelirini şöyle yana koydum, normal paranın dışında 15 trilyona yakın bir kaynağı kontrol edebilirim. Bu sadece Özel İdare’nin şansı bu. İki, kriz merkezinde, Düzce kadar değil, kriz merkezinde de belli bir paramız vardı. Bir de özel idarenin kurduğu şirketin, özel idarenin kurduğu şirketin parasını kullanabiliyorduk. Bu üç kaynağı kullanacağız. Şimdi altında bu kaynaktan kaynaklanan depremin ortaya açtığı yıkım diye o şeyleri halledebilecek şeyler elimizde. Tabii orta hasarlılar için tahsisler bakanlıkta yapılıyor. Orta hasarlılar biraz sonra başladı, güçlendirme faaliyetleri, o da ayrı bir şey. Şimdi kriz merkezindeki personeli söyledim, daire amirleri, vali yardımcılarından başlayıp belediyedeki amirler ve o amirlerin emir-komutasındaki insanlar o zamanki mevcut personele buradan hepsine, onların da hepsi isimsiz, onlar var. Ondan başka? Sivil toplum örgütleri, görünmeyen gruplardan birisi olarak sivil toplum örgütleri. Protokol listesine bakınca şimdi 200 kişiye yakın doluyor, eskiden buranın tamamına yakın protokol doldururdu, mavi salonun da ön orta kısmını, sahneden ben etkilendiğim için, havalandırma, ortaya aldıydık onu, o gelenek devam ediyor, bazı şeyler devam etmiyor da, oraya kadar devam ediyordu. Bu sefer tek protokol sırası ancak doldu, bugün pek kimse yok. Şimdi bu bugünkü bir hastalık mı? Değil. Yüksel Bey hatırlar, o daha teferruatlısını hatırlar, birinci yılın törenleri düzenlendi, anıta, o zaman o da deprem anıtı gibi duruyordu, Kamuran Alagöz şey akmıştı böyle bazı molozlar, orada bu protokol sağlam olduğu için 200 kişiye yakın bir protokol kalabalığımız var, biraz da halktan gelen oldu. Belediyenin önündeydi galiba, Köroğlunun şeyinde, oraya vardık, yarıdan çoğu yok olmuş, reis bey de tabii takılıyoruz, kızdırıyoruz, “Bolu’nun temsilcisi o, ben değilim ya”, ben devletin temsilcisi sayılıyorum. Şimdi bir şeyi daha anlatayım. Yine bir anma şeyiyle böyle bir sempozyum toplanmış. Ankara’dan o günlerde depremle ilgili en değerli, saygın hocalarımız getirilmiş, o zaman organize eden daha çok belediyemizdi, ilgili vali yardımcımız Sinan Aydanlı, sinemanın salonunda. Yine oraya vardık, elektrik kesintisi vardı, oturduk, elektrik geldi, sahnede 12 kişiye yakın panelciler vardı, şöyle bir baktım, bir sıra o da zoraki daire amirleri vardı, biraz da benden kaynaklı, geri kalan bomboş. Şimdi biraz öğrencilerimiz var herhalde, o protokolden pek kimse yok, panele iştirak eden hocalarımız var. Yani halkın ilgisi yönünden depreme karşı, 2004’ten bu yana fazla bir değişiklik yok. Fakat şu var Bolu’nun bir hasreti var, ben takılırım toplu hadiselerde vaziyet alamaz diye, hepsi münferit insan olarak en düzgün insanlardır, hakkına hukukuna saygılı olan, onun için biraz sonraki bir konuşmamda temas edeceğim çevreyle ilgili olarak, o zaman bu konular ortaya çıkar şimdi bir şey daha var. Mevcut görevli personel onların amirleri, bağlı oldukları şeyler, para konusunu söyledim bir de basın. Basın da bir Köroğlu televizyonumuz vardı, o kadar mahalli gazetemiz ve ulusal gazetecilerin temsilcileri vardı, hepsi listede var isim isim ve yazarları vardı. Bu ne bakımdan? Hem bu depremle ilgili konuların halka ulaştırılması hem ulusal basın hem de hükümet nezdinde baskı konusu, basının burada işlevleri vardı. Ben ilk sabahın altısı yedisi arasında yürüyüş, yedide basın önüme gelirdi. O bakımdan ben basını şımartıyorum değil, arkadaşlar daire amirleri bana kızardı, bütün olayı kapsamak mümkün değil, bir vali gözüyle ya da yardımcıları gözüyle o yüzden basını takip ederdim. Hangi mahallede, hangi evde, hangi çadırda, hangi prefabrikte neler oluyor? Çünkü onlar basına iletiliyor, duyurmak için, basın da aynı zamanda aracıydı. Onlara da teşekkür etmiş oluyorum. Dinlediğiniz için sizlere de teşekkür ederim.
Prof. Dr. Mehmet Tuncer: Sayın Valimize çok teşekkür ediyoruz, değerli katkılarınız için, bunların hepsi kayda alınıyor, yayınlanacaktır. Şu tespitinize ben katılıyorum. İki gündür burada konuşuluyor ancak Bolu özelinde ne yapılması gerektiği ve ne tür önlemler almak gerektiği konusu etrafında dolaşıyoruz hakikaten ama can alıcı bir noktaya varamadık gibi geliyor, bana da öyle geliyor. Hocalarımız çok değerli bildiriler sundular. Özellikle Oğuz Gündoğdu hocamız başlamış bir çalışmanın kentin merkezinden geçen bir fay hattının takip edilmesi ve bu konuda araştırma yapmaya hazır olduklarını söyledi. Ben oturumların hepsini izleyemedim, girip çıktığım için toplantılarda ama bu bence çok önemli bir öneriydi. Kentin merkezinden güneyden geçen, Karacasu’ya yakın geçen ve onun kuzeyinde merkezden geçen bir fay hattının izlenmesi, araştırılması ve değerlendirilmesi gerektiğini önemli bir öneri olarak ileri sürdüler. Şu anda hatırlayamadığım başka öneriler de var. Ahmet Ercan hocamızın da çok değerli önerileri oldu, özellikle bu eğitim açısından, öğrencilerin eğitimi, ilkokuldan başlayarak ortaokul, lise ve daha üst düzeyde eğitim ve halkın eğitiminin sürekli olması açısından yapılması gerekenleri söyledi ve çocuklara hakikaten kendi dilleriyle öz Türkçe olarak yanaşmak ve onları bu şekilde eğitmek gerektiğini söyledi. Bu da bence gelecek nesiller için önemli bir katkıdır. Ben şimdi çok fazla bu önerilere girmiyorum bunu en son turda herhalde tekrarlayacağız. Şimdi dönemin Bayındırlık ve İskan Müdürü Sayın Adnan Cumhur’a sözü vermek istiyorum. Kendisi önce Düzce’de daha sonra Bolu’da deprem sıkıntısını en çok yaşayanlardan ve sanırım bu kalıcı konutların da imari ve inşasında büyük katkısı olan bir arkadaşımız, buyurun efendim.
Adnan Cumhur (Bolu Bayındırlık ve İskan Müdürü): Sayın Valim, Sayın Başkan, Değerli misafirlerimiz üniversitemizin yapmış olduğu bu çalışma vasıtasıyla on yıl sonra nihayet mikrofonun karşısında sizlerle yüz yüzeyim, kendilerine teşekkür ediyorum. Çeşitli sebeplerle bir türlü bir araya gelememiştik, hocamızın da biraz önce söylediği gibi, ben Bayındırlık ve İskan müdürüyüm. Memur olarak sınırları aşmadan bazı kelimeler kullanmak istiyorum ama Bayındırlık ve İskan Müdürü olmadan önce Bolu Denetçiler Derneği eski Başkanıyım. Bolu’ya gelişim bu dernek başkanlığımın bana sağladığı imkanlarladır, onun için kısa özgeçmişimi anlatmak istiyorum, Bayındırlık Müdürü olarak gelmeden önce. Ortaokul talebesiyken 1967 Sakarya Depremini yaşadım, insanlarımız çok unutkan. 70 yılında oraya top oynamaya gittiğim zaman kimse depremden bahsetmiyordu. 1985’te Sakarya’ya şube müdürü olarak gittim, hiç kimse bahsetmiyordu. 94’te Dinar Depremi oldu, insanlar biraz akıllandı, o zamanlar inşaat mühendisleri odasının Eskişehir şubesinde çok aktif üyeydim. Kobe depremiyle ilgili çalışmaları yapan mühendisleri Eskişehir’e getirmiştik, inşaat mühendisleri odası olarak ve ben o dönemde teknik elemanlar derneği başkanı sıfatıyla görev yaptığım şeyde bir soru sordum, bu soru belki beni Bayındırlık Müdürü olarak sizin karşınıza getirdi: “Sizin bölgenizde, memleketinizde inşaatları siyasiler mi yapıyor, mühendisler mi yapıyor” diye sordum, o kayıtlarda vardır. Japon misafirlerimiz şaşırdı, bizim ülkemizde dedim siyasiler yapıyor, mühendisler sadece kalfalık yapıyor dedim, bu benim tayinime, sürgünüme neden oldu, vatan sağ olsun. Ben biraz aykırı bürokratım, memleketin Ulubatlı Hasanlar’a ihtiyacı varsa onlardan biri olduğuma inanıyorum, memleketim için kurşun yemek gerekiyorsa yeriz. Şimdi mübarek bir Ramazan günü Kadir Gecesi’nde hanım dua ediyordu, sen de namaz kıl dedi bana, dedim ki sen kıl kafam biraz karışık, bir telefon geldi bana, telefon başbakanımızın rahmetli sayın başbakanımızın müşaviri adını unuttuğum, özür diliyorum kendisinden, bir profesör, “Adnan Bey, başbakan sizi pazartesi günü çağırıyor”. Başbakan beni nereden tanıyor, neden çağırıyor, talebeyken haylaz bir talebeydim, o dönemden hatırlar belki ama beni mühendis olarak hatırlamaz. Pazartesi günü Ankara’da ol dediler. Olay şuydu arkadaşlar, ben Bolu’da yetişmiş bir bürokratım ama Bolu’nun dışında da uzun yıllar görev yaptım, Eskişehir Teknik Elemanlar Derneği Başkanı iken dönemin Bayındırlık İskan Bakanı’nı mahkemeye vermiştik, imar kanunu ile ilgili. Dönemin sayın bakanı, sayın valimizin biraz önce gece gündüz belli olmadan bölgemizi gezdiğini söylediği sayın bakanımız Eskişehir’e gelmişti. Beni mahkemeye kim verdi dedi, ben verdim dedim. Niye verdiniz? İmar kanununda 99 depreminden önce bir çalışma vardı, bu imar kanunundaki çalışmada, şimdi meslek kavgasına girmek istemiyorum, ben kalabalık da bir teknik eleman grubunun da başında görev yapıyorum, kamu görevlisiyim, jeoloji mühendisleri odasının bir raporu doğrultusunda kat şu kadar yapılır, şundan fazlası yapılmaz kararları vardı. Eskişehir gibi yerde, 4 kat gibi uygulama çıktı, Eskişehir’de başlamış ve kabası bitmiş 12 katlı binalar da vardı. Dönemin belediye başkanı bu imar ve jeoloji mühendislerinin raporu çok önemli, bunu giriş bölümünde özellikle anlatmak istiyorum, benim bayındırlık müdürü olmamdaki süreçtir bu, dönemin ve şu anda da belediye başkanı olan hocamız 4 katın dışındakilere ruhsat vermiyorum diye tutturdu. İnşaat mühendisleri olarak bir rapor hazırladık, bu rapor çalışmasında imar kanununda mevcut durum göz önüne alınmaksızın ruhsat almayanlar mevcut o andaki yani 99 yılında çıkan kanun gereği yapılacak deyince 12 katlı binanın 8 katı ne olacaktı? Bunu deprem döneminde sayın başkanımız bilir, sayın Yüksel Ceylan, burada da kooperatiflerimiz beş katlı kooperatiflerimiz üç kata indirildi, hak sahipleriyle sıkıntılar yaşadık, bunları anlatmak istiyorum, bunun mutfağında bulunan bir arkadaşınızım, hem pişiren hem getiren durumundayız. Bu çalışmadan da Bayındırlık ve İskan Bakanı’nı biz mahkemeye verdik. Mahkeme gecesinde sayın bakan orada yılın bakanı plaketi alıyor törende beni sormuş kim bu. Ben de gittim, eski köy hizmetleri müdürüyüm arkadaşlar. Uzun yıllar Eskişehir, Bursa, Sakarya gibi büyük illerde planlama bölge proje planlama müdürlüğü yaptım. Nerelisin gibi bir laf çıktı, bana soru yöneltildi. Düzceliyim dedim, o Rizeli anlamış, o konu bizim samimiyetimizi artırdı. O konuşmanın neticesinde, Kadir Gecesi, Düzce’ye Bayındırlık Müdürü olarak görevlendirildiniz diye bir talimat aldık. Düzce yeni il olmuş, sayın valim o dönemde Tunceli’deydi zannedersem, Nusret Miroğlu sayın valimiz burada. Düzce’ye gittim, bunu Düzce müdürü olarak iki konuşma hakkı istiyorum, Düzce eski müdürü olarak konuşmak istiyorum. Düzce’ye gittim, Ramazan ayı, her taraf yıkılmış, doğup büyüdüğüm yer Düzce, Düzce’nin Akçakoca kazasındanım. 13 yaşında oradan ayrılmışım, sadece yaz tatillerinde, bayram tatillerinde kısa süreli gidebildiğim bir bölge, arabayı koyduğum yerde dönüşte arabayı bulamadım arkadaşlar. Oturdum, çocuk gibi ağladım. Sakarya’ya gittim, o dönemde, Teknik Elemanlar Derneği Başkanı sıfatıyla, Sakarya’da 4 yıl şube müdürlüğüm, 6 yıl da öğrenciliğim var, Sakarya’da arabayı bıraktığımda geri dönüşte arabayı bulamadım, Sakarya’da görev yapan sayın vali yardımcım da burada, o dönemleri bilir. Bunlar çok kötü şeylerdi. Ben bunları incelerken, burada ben İnşaat mühendisleri olarak nelerden sorumluyuz diye kendimi sorguladım. Sayın valimizle tanıştım, Sayın Fikret Güven, geleceğini söylemişti, rahatsızlığı nedeniyle intikal edememiş, bizzat kendisiyle görüşmüştüm, baro eski başkanımız buradakiler nerede dedi, bizzat katıldım sayın başkan, geleceğini söylemişti, herhalde rahatsızlığı nüksetti gelemedi, mutlaka bir mazereti vardır. O zor dönemde görev yapanlar hiçbir iyi günde korkup kaçmazlar çünkü o dönemde herkes burayı terk ederken bizler buraya geldik. Sayın valimin bana ilk lafı vardı, hiç unutmam, sayın valimiz bize bir nükte yaptı, “ulan salak burada ne işin var” dedi ilk tanıştığımızda, ben bozuldum, nereye geldim ben, “yahu akıllı adamsan burada ne işin var, deprem zamanı herkes buradan kaçıyor sen buraya neden geldin dedi. Ben eşime bir şey söylemiştim arkadaşlar. Memleketi Afganistan’a döndü, askere gidiyorum, gelirsen Allah razı olsun, gelmezsen Allah razı olsun. Daha önce müdür olarak Bolu Köy Hizmetlerine tayinim çıkmıştı, neredeyse boşanma davası açan eşim bu teklifim üzerine hiç ses çıkarmadı, git yerleş ben de arkandan geliyorum dedi, ondan da Allah razı olsun. Sayın valimizle tanıştık, okulda küçük bir binada, okulun yarısı valilik yarısı, Düzce yok, Düzce hiç yok, büyük ilçeden il olması gereken Düzce 12 Kasım’dan sonra köy bile olma vasfını kaybetmiş, il olmuş. İki kere yıkım var. Bir Düzceli olarak bunu söylemek istiyorum. İki kere yıkılmış Düzce’yi yeniden kuran ilk müdürlerinden biri olma şerefi bana bağış oldu, ilk valimiz de sayın Fikret Güven’di keşke burada olsaydı, o dönem belediye başkanı … da burada beklerdim. İlk yaptığımız çalışma şudur: Düzce niçin yıkıldı, yıkımda kimlerin kabahati var, mimarlar odasının çünkü ben inşaat mühendisleri odasının aktif üyesiyim, sayın rektörümüz burada, gönül koyuyorum kendisine, inşaat fakültesi hala niye Bolu’da yok diye, bunu da burada aynı zamanda söylemek istiyorum, defalarca kendisine söyledim, inşallah önümüzdeki dönemde burada bir inşaat fakültesi duymak istiyorum bu bölgenin insanı olarak. İnşaat mühendisleri odasını, mimarlar odasını çağırdım dedim ki arkadaşlar Düzce niye yıkıldı ben sizden rapor istiyorum. Düzce’nin yeniden yapılanması için bana bu belgeler gerekiyordu. Bu çalışmaları yaptık, bu çalışmaları yaptıktan sonra Düzce’yi yeniden nasıl kurarız, onun çalışmalarını yaptık. Bu dönemde bakanlığımızın merkez kuruluşları, bunu ikinci bölümde anlatmak istiyorum, birinci bölüm göreve başlama sürecim oldu, ikinci bölüm bayındırlık müdürü olarak neler yaptık. Sayın valimizin de o zamanki katkılarıyla kalıcı konutlardaki insanların yerleşimi filan benden önce başlamıştı, ben onları dile getirmeyeceğim. Ben inşaat mühendisi Adnan Cumhur olarak neler yapabildiğimizi, yapamadıklarımızı anlatmak istiyorum. Özel tip, küçük tip projeler geliştirdik. Türkiye’de ilk defa hiçbir bayındırlık müdürünün yapmadığı bir çalışmayı biz başlattık, Düzce bayındırlık müdürü olarak, burada da aynı çalışmayı devam ettirdik. 70-90-110 metrekarelik projeler yapıp köylerimizde, kırsalımızda afetlerden korunma seminerleriyle birlikte bu projeleri anlatarak nasıl yapmaları gerektiğini tek tek anlatarak bu çalışmaları başlattık. Bu çerçevede Mimarlar odası bazen ters düştük, bayındırlık müdürüne ne oluyor, bizim proje gelirlerimiz gitti, bazı tesislerden dolayı yapı denetimcilerle sürtüştük, bizim görevimiz yapı denetim firmalarına para kazandırmak değil vatandaşımıza hizmet etmektir. Canları sağ olsun, beni lüzumsuz yerlerde, lüzumsuz platformlarda şikayet ettiler ama biz vatandaşın hizmetindeydik, bu laflarımı siyasetçi gibi almayın, Bolu Deneticiler Derneği eski başkanı sıfatıyla söylüyorum. Bayındırlık Müdürü olarak söyleyeceklerimi ikinci aşamada dile getirmek istiyorum ve hepinize saygılar sunuyorum.
Prof. Dr. Mehmet Tuncer: Sayın Adnan Cumhur hakikaten çok zor bir görevi üstlenmiş ve giriş kısmından belli bir 15 dakikaya daha ihtiyacı var, onu da ikinci turda tamamlarsınız. Düzce’den başladık çünkü en çok Düzce yıkılmıştı hatta sizin prefabriği de ziyaret etmiştik o zaman. Şimdi efendim sayın Durmuş Bahşi’ye sözü vermek istiyorum, Bolu merkez ilçe sivil savunma müdürü, bize o günleri nasıl aktaracak?

Durmuş Bahşi (Bolu Merkez İlçe Sivil Savunma Eski Müdürü): Sayın başkanım, değerli valim, değerli katılımcılar, öncelikle hepinize hoş geldiniz diyorum. Bundan tam on yıl önce 12 Kasım Depreminde hayatını kaybedenleri bir kez daha rahmetle anıyor, yakınlarına sabır diliyorum. Öncelikle kriz merkezinin oluşumu ve bizim oraya nasıl görevlendirildiğimizle ilgili bilgi aktarmak istiyorum sizlere. Hepinizin bildiği gibi, kriz merkezleri ve kriz yönetimleri 7269 sayılı afet kanununa göre kurulu ve afet kanununa göre çıkarılan 88/12777 sayılı yönetmelikle kurulan il planına göre de krizler yönetilir. Buna göre, sayın valimizin başkanlığında bir değerlendirme ve takip komitesi oluşturulur. Takip komitesinde alınan kararların 11 tane yönetmelikte, daha önce 9 taneydi daha sonra 11’e çıkarıldı bu, yasal olarak da tam 11’e çıkmadı aslında, hala yasal olarak 9 fakat Başbakanlığın bir zorunluluk olarak hissettiği yabancıları karşılama ve hizmet grubuyla basın ve halkla ilişkiler hizmet grubunu da içine katarak 11 tane hizmet grubu şeklinde afetlerde afete müdahale şekli yapılır dendi. Biz de bunları görevlendirildiğimiz süre içinde uygulamaya çalıştık. Tabii bizim uygulamamız, benim içinde olduğum uygulama, değerlendirme takip kurulunun bir alt birimi olan ve hizmet grupları arasında koordinasyonu sağlamak üzere kriz merkezinde görevlendirildim ben. Görevlendirildiğim sırada sağlık müdürlüğü sivil savunma uzmanıydım, şimdiki görevimde de değildim. İkinci günü sağlık müdürlüğü kanalıyla krize merkezine geldiğimde vali yardımcısı daha önceki 17 Ağustos’daki çalışmalarımdan kısmen tanıdığından dolayı dedi ki Durmuş Bey, seni merkez ilçe kriz merkezini kurmakla görevlendiriyorum dedi. O zaman ki kaymakamımız Mustafa Yıldız Yeniçağ Kaymakamıydı. Onunla birlikte git dedi kendin hem kuruluşunu yap hem de göreve başlayın dedi ve bizim kriz merkezinde göreve başlayışımız bu şekilde oldu. Depremin ikinci günü ta ki 2008’in Aralık ayına kadar da orada çeşitli vesilelerle ayrılmam söz konusu oldu ama çok kısa süre sonra tekrar geri döndük ve 2008’de de kriz merkezi kapanıncaya kadar da orada çalıştık. Benim tabii ki konumum itibarıyla yapılanların eleştirilmesi konusunda değil söyleyeceklerim. Tamamen yasal boyutta nasıl çalıştığımızı ve ne yaptığımızı değerlendirmek istiyorum. Ve buna başlamadan önce afetin kısa bir tanımını yapmak istiyorum size. Afet aniden meydana gelen ve belirli bir süreç içinde gelişen, insan için ekonomik, sosyal, fiziksel kayıplar meydana getiren, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları olumsuz etkileyen, doğal, teknolojik veya insan kökenli olaylar diye tarif ediliyor. Ve afetler daima olacaktır diyoruz. Yönetmeliklere ve bundan öğrendiğimiz bilgilere göre afete müdahalede, afete öncesi hazırlık ve zarar azaltma, afet sonrasında kriz yönetimde müdahale ve afet sonrası iyileştirme diye özetleyebiliriz çalışmaları. Bu çalışmalara baktığımızda Bolu ilinde ilk günlerde müdahale, enkaz kaldırma ve canlı kurtarma faaliyetleri çok kısa sürdü. Dün kurtarmadaki arkadaşımız da anlattı, evet iki gün gibi çok kısa süre içerisinde bitirildi bunlar, ölü ve yaralı kalmadı enkaz altında. Bundan sonraki çalışmalar artık insanların barındırılmasına yönelik olmalıydı ve bu şekilde çalışmalar sürüp gitti. Bunlar içinde bizim tabii ki çalışmamız içinde olumlu/olumsuz bir sürü kendi yaptığımız değerlendirme olmuştur. Dışarıdan değerlendirmeler bizi daima iyiye götürmektedir. Hatta basınımızın da bizi bazı konularda çok eleştirdiği konular da oldu, ama biz bu eleştirileri tamamen iyi niyetle alıp mümkün olduğu kadar yerine getirmeye eğer basının yazdığı olumsuz bir şey varsa derhal onu gidermeye çalıştık. Burada sizlere birinci bölümde Bolu’nun kısa bir tahlilini yapmak istersek arkadaşlar depremde ilimizde 48 ölü, 353 yaralı, 2399 yıkık ve ağır hasarlı konut, 6002 orta hasarlı, 5795 hafif hasarlı olmak üzere toplam 14146 konut hasarlı. 1114 işyeri kullanılamaz durumda. Bunlar orta hasarlı ve ağır hasarlı durumda olanlar, hafif hasarlı olanları almadım buraya. Bu rakamlar tabii ki mahkeme kararlarıyla zaman zaman değişikliğe uğradı, mahkemeye müracaat edenler hak sahipliği iptal edilenler oldu, sonradan yeniden hak sahipliği kazananlar oldu. Bu rakamlar sürekli değişken halde ama benim aldığım elimdeki notlarımda bu rakamlar var, bunları aktarıyorum sizlere. Bu rakamlar daha sonra değişmiş de olabilir. İnsanlara baktığımızda, şehre baktığımızda şehirde evlerine giremeyen bütün insanlar sokakta, caddelerde tamamen karanlık ve herkes kendi imkanlarıyla barınabildiği barakalarda barınıyor. Daha henüz kriz merkezinin deneyimli olarak eli ulaşmış değil ama daha işe başlar başlamaz şunu görüştük kaymakamımızla o zaman, elimizde Kızılay’ın verdiği çok az, 1000 kadar Kızılay çadırımız vardı. Bununla hemen mahalle muhtarlarını toplayalım diye karar verdik. Kaymakam bey dedi toplayabilir misin? Tabii ki toplarım. Muhtarlar Derneği başkanını arayarak hemen ona bir toplantı düzenlediğimizi ve iki saat içinde muhtarların orada olmasını istedik. Tabii gelenlere dedik ki sizlere çadır dağıtacağız ama elimizdeki çadır miktarı 1000 civarında. Talepler çok fazla, herkes üç yüz beş yüz çadır istiyor. 23 muhtarlık var ama bizim bunları karşılamak gibi bir imkanımız yok elimizde. Muhtarlara hasarın büyük olduğu noktaları da dikkate alarak, daha önce şehir tahlili yapılmıştı, bayındırlık müdürümüz, o zamanki bayındırlık müdürümüz şehri gezmişler, yaklaşık belediye başkanımız da onu anlatmaya çalıştı, yüzde 60’a yakınında hasar var, bu kaba taslak bir tahmin tabii, insanlara çalışma için yön verecek bir hasar tahminiydi, ön hasar tespitiydi. Bu tespitlerden sonra biz işte tabii ki nerelerde daha fazla hasar varsa oralara daha fazla çadır vermek gibi bir düşünceyle dağıtmaya başladık. Tabii taleplerimiz de oldu. Hemen başbakanlığa ve değişik basın kuruluşlarına elimizdeki imkanların çok kısıtlı olduğunu ve çadır, battaniye ve barınma ile ilgili gereçlerin derhal elimize ulaştırılması gerektiği şeklinde, hem başbakanlıktan hem de basın yoluyla yardım kuruluşlarından malzeme talep ettik. Gelen malzemelerin ilk etapta düzenli bir depolama sistemimiz de yoktu. Hizmet gruplarını çalışmaya çağırdık o dönemde, demin saydığım 11 tane hizmet grubunu ama gelen hizmet grubundan görevli arkadaşlarımız deneyimli değildi. Biz de çok deneyimli değildik ama gelen arkadaşlarımız bizim kadar da deneyimli değildi çünkü sadece ondan önce bir-iki kere tatbikat yaşamıştık kriz merkezinde onun dışında pek bir bilgimiz de yoktu. Bir sel felaketi, bir de 24 saatlik bir plan tatbikatı yapmıştık. Bizim bilgimizin seviyesi de oydu. Dağıtılacak malzemelerin muhtarlar eliyle olmasına karar verdikten sonra gelen ilk etapta hemen hemen tüm malzemeleri muhtarlara belli bir miktarda dağıtma yoluna gittik başka dağıtacak yol da bilmiyorduk.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Sürekli bize malzeme geliyor tırlarla kamyonlarla malzeme gelmeye başladı. Bu sefer hemen depo sıkıntısı başladı tarım il müdürlüğünde yaptık ilk depolamamızı. Sonradan bu depolama Karacasu’ya kaydırıldı. Orda ki depolara ormanın depolarına fakat onlar da yetersiz gelince şu andaki Arçelik’in yani Ardem’in depoları kullanılmaya başlandı. İşte ilk rahatlık ve düzenli çalışmamız da orda başladı. Bir taraftan da çadır kentler oluşturmamız lazımdı insanların barınma ihtiyacını gidermek için. Çadır kent alanları tabii bizim az önce söylediğim gibi değerlendirme takip kurulunun belirlediği kararları bizimki alt seviyede uygulanması yönündeydi her zaman. Esas kararlar valimizin başkanlığında oluşturulan değerlendirme takip kurulunda alınıyor. Hizmet gruplarına aktarılarak bunların uygulaması sağlanıyordu. Çadır kent alanları belirlendi ve çadır kent alanları bir taraftan kurulmaya başlandı. Ve insanlar işte buralara yerleştirilmeye başlandı. Fakat yerleştirmede o kadar enteresan olaylarla karşılaşıldı ki yetersiz çadır kent ve soğuk hatta şunu da ilave yapmak istiyorum. Hastanelerimizde soba yok üşüyorlar. Ağustostan kalma depo sayımlarına baktığımızda yaklaşık 600 tane katalitik soba görmüştüm. Yeni alımlardan dosyayı oradan çıkartarak hastanelerimize bu şeylerin yardımını gönderdik. Depodan alıp katalitiklerin oralara aktarımını sağladık. Bir taraftan söylediğim gibi çadır kentlerle uğraşırken bir taraftan da kendimiz sürekli planlama çalışmaları içerisindeydik. Karşımıza çıkan olay şuydu: Kaç tane çadır kent oluşturacaktık? Kaç kişilik çadır kent oluşturacaktık?. Bu bile bir problemdi. Çünkü tam olarak insanların kaç kişinin açıkta olduğunu bilmiyorsun. Hasar seviyesi % 60’lar civarında ama Bolu’daki nüfusun tamamı dışarıda. Hasar tespiti yapılamamış, insanlar evlerine giremiyor. Zengin fakir ayrımı yapılmaksızın da insanlar dışarıda. Hatta bizlere bu konuda şikayet de geliyor. Yardım malzemeleri muhtarlarca dağıtılırken malzeme kuyruklarına çok varlıklı insanların da girdiği şeklinde. Halbuki tabii ki girecekler varlıklısı da en fakiri de insanların afet döneminde dışarıda kalıyor. Afet sadece fakir olana gelmiyor zengin olana da geliyor. Bunun da orda bir şeye insanların bilinçlenmediğini gösteriyor diye düşünüyorum. Bundan sonra kriz merkezinde neler yaptığımızı daha detaya inerek anlatmak istiyorum. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Mehmet Tuncer: Durmuş Bey’e çok teşekkür ederiz hakikaten çok etkin çalışmalar yapılmış anladığım kadarıyla 2008’e kadar da sürmüş bu, kriz merkezi kapanana kadar. Afet sadece fakir olana gelmiyor zengine de geliyor dedi. O çok güzel bir söz oldu kapanış sözü olarak. Zaten fakirliğin kendisi bir afet fakirlik olmazsa çevre sorunu da olmaz. Fakir çevresini yer ve çevresini kirletir ve çevresini mahveder. Zengin olmamız kalkınmış olmamızın gereği zaten bu felaketlerden arınmak içindir. Bunları dikkate almak gerekir. Biz plancılar tabii sürdürülebilir kalkınma diyoruz giderek bu yaşanabilir kalkınma yaşanabilir kentlere doğu bir gidiş var, hatta yavaş kentler akımı da başladı şimdi, bir çok kent dünyada 300 civarında kent, slow cities movement’ın yavaş kent modelinin hareketinin üyesi oldu. Bunun nedeni şu mesela kent merkezindeki sorunların azaltılması yani bunun afetle bağlantısı ne diyeceksiniz ama kent merkezindeki gürültü, görüntü kirliliği, egzoz kirliliği, trafik kirliliği, trafik kazaları da bir afet. Yani konumuz deprem ama bir çok farklı afet konuları var bunları da gündeme getirmemiz gerekiyor zaman zaman, belki bu konuda sayın rektörüm izin verirse bir başka geniş katılımlı toplantıda yapmak isteriz. Yazın burada bir çalıştay yapmıştık uluslararası bir toplantı, onun devamını yaparız. Ben sözü fazla uzatmadan birinci saatimizi de dolduruyoruz bunun da farkındayım. Cahit Çıngı’ya, inşaat mühendisleri odası başkanına söz vermek istiyorum. O dönemden bugüne ve günümüze özellikle yaşananlar nelerdir. Niye 5 kata çıktık tekrar ya da 2 katta mı kalmalıydık, gerekçeleri var mı bugünkü bildirilerde de bu konu gündeme geldi, epeyde tartışıldı. Bunu da açıklığa kavuşturmanızı bekliyoruz. Teşekkürler.
Cahit Çıngı (İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı): Sayın Valim, Belediye Başkanım, Rektörüm iki gündür değerli bilgilerini bize aktaran değerli hocalarımız, geleceğin yöneticileri genç arkadaşlarım değerli konuklar, basınımızın değerli temsilcileri hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. AİBÜ’nün düzenlediği deprem sempozyumuyla 12 Kasım depreminin 10. yıldönümünde karmaşık duygularla bir aradayız. Başkanın da belirttiği gibi bu oturumun başlığı 12 Kasım sonrası Bolu ve Düzce yaşananların değerlendirilmesi. Burada bulunan konuşmacılardan ayrı olarak depremi yaşamayan birisiyim ben. 1999 12 Kasım’ında ben Ankara’daydım. Saat 7 gibi Bolu’yla beraber biz de orada sallandık. Tabii ki ilk tepkimiz deprem merkezinin neresi olduğu yönündeydi. Yavaş yavaş bilgiler bize Bolu bölgesini gösterdi. Biz de buradaki arkadaşlarımıza ulaşmaya çalıştık. Çok uzun bir süre sonra bir arkadaşımıza ulaşabildik ondan çok az bir bilgi alabildik. Çalışanlarımızın da bir kısmı Bolu’da oturduğu için hemen onları yolladık. Biz de radyo ve televizyonların başında gelecek haberleri beklemeye koyulduk. Tabii ki bu ancak sabaha kadar bir telaş içerisinde bir karmaşa içerisinde geçti. Giderek netleşti ki Bolu-Düzce-Kaynaşlı merkez görünüyor. Biz de, uzun yıllar yaşadığım bir yerdi, Bolu sabah ilk ışıklarla birlikte bizde Bolu’ya hareket ettik. Evvela buradan tanıdığımız dostlarımızın sağlık haberlerini almaya çalıştık. Sonra güdüsel olarak kendi yaptığım binalara mahalle mahalle gittim, ne durumdalar acaba diye. Onlarda da çok büyük bir problem olmadığını gördüm, rahatladım. Sonraki günlerde de bu gidiş gelişlerimiz arkadaşlarımıza destek veya yardım amaçlı devam etti. Yani ben depremin o ilk yılında Ankaradaydım.
O günlerde doğal olarak inşaat mühendisleri odasında aktif bir görevim yoktu. Temsilcilik görevinden sonra bir takım faaliyetlerimiz oldu ama ben yine de o gün görev alan arkadaşların daha çok konuşmasından yanayım. Hazırlık amacıyla konuşurken o dönemde yönetimde beraber çalıştığım meslektaşım Atilla Uçar’dan bilgi istedim ben de bu amaçla, hiç de haberim yoktu doğrusu. Çok da hoş oldu, o günlerde bizim temsilcilikteki görevli arkadaşlarımız bir bülten çıkartmaya başlamışlar. Elimde 5-6 tane sayı var ve ondan sonra da kesilmiş. Bültenin çıkış tarihi 17 Ağustos Depreminden sonra ilk sayı Ekim, Ekim’le beraber buradaki meslektaşlarımız demek ki buradaki meslektaşlarımız bir ihtiyaç duymuşlar. Doğru değerlendirmelerde bulunmuşlar. Bir bülten çıkartmaya başlamışlar ve bültenin içeriğine baktığımız kadarıyla ekim ve kasım daha Bolu depremi yaşanmamış durumda. Hep uyarıcı yazılarla dolu. Güzel şeyler yazmışlar. Ondan sonra 12 Kasım yaşanmış Aralık ayında bültenimiz yok. Ocak ayında tekrar çıkarılmış demek ki kendilerini biraz daha toparlamışlar. Ve tekrar görev bilinciyle tekrar yazılarına devam etmişler yazıların içeriği değişmiş eğitim çalışmaları, güçlendirme çalışmaları, Bolu’da ruhsatlar durdurulmuş onunla ilgili bir takım yazılar. O günün gündemini oluşturan konular. Dergimizde tabii ki meslektaşımız meslektaşlarımız sadece özel sektörde değil, bayındırlık müdürümüzün yazısı var. Belediye imar müdürümüzün yazısı var. Oda temsilcilerimizin, odadaki görev alan yönetici arkadaşlarımızın piyasada projecililik yapan arkadaşlarımızın bu arada projelerin dışında taahhüt işleri yapan arkadaşlarımızın hepsinin kendi tecrübeleriyle ilgili yazıları var. Bunlar çok hoş o günün duyarlılığını gösteren meslektaşlarımızın bir çalışmaları ben de o çalışmalarımızı görünce meslektaşlarımızın, Bolu’daki arkadaşlarımızın ki Bolu’da sayımız çok fazla değil, bu görev bilinciyle çalışmalarını çok takdir ettim. Onlara ben buradan Necati Yılmaz başkanlığındaki tüm Bolu’daki meslektaşlarıma ben teşekkür ediyorum.
İkinci oturumda eğer fırsat olursa onların yazılarından birkaç anekdot da okumak isterim. Depremden sonra uzunca bir süre o günün koşulları gereği, sayın başkan da biliyordur çünkü ben de onları biraz yaşamıştım, yapı ruhsatı verilmedi çünkü bakanlık buraya el koymuştu, bir takım uygulamaları zemin çalışmaları nedeniyle verilmedi. Daha sonra çıkan, her nedense hala 19 ilde uygulamada olan, yapı denetim sistemi geldi. Yapı denetim sistemine ayrı bir paragraf açmakta fayda var. 19 ilde sınırlı olarak uygulanması topraklarının büyük bölümü deprem kuşağında bulunan bir ülke için kabul edilemez bir durumdur. Pilot uygulama altında iki farklı sistem uygulanıyor şu anda. Depremselliği aynı yaşam koşulları, aynı sorunları aynı olan coğrafyada iki farklı sistemin varlığı anlaşılmaz ve anlatılmaz olan dünyadaki tek örnektir. Yapı denetimi özel şirketler eliyle verilse dahi bir kamu hizmetidir. Dolayısıyla piyasanın ticari ilişki ve çelişkilerine göre şekillenmemesi gerekir. Yapı denetim yasası bu temel yaklaşımla yeniden üretilmek ve tüm ülke sathına yeniden yaygınlaştırılmak zorundadır. Tabii ki yeni bir takım düzenlemelerle. Benim görev aldığım dönem 2006 sonrası 2008-2009 yıllarında genel merkezimizin bu konuya biraz daha ilgi çekmek amaçlı, 16- 17 Ağustos tarihlerini esas alarak, bugün ki daha belki Türkiye’yi daha fazla etkilediği düşünülerek, Gölcük Kavaklı beldesinde Depreme Duyarlılık yürüyüşü yapılmaktadır. İki yıldır devam ediyor, bütün meslek odalarımızın katılımıyla, o vesileyle düzenlenen panellerde toplumun bilinçlendirilmesine dönük mesajlar verilmektedir. Ayrıca İMO bünyesinde afete müdahale konusunda bir ilk olarak, afete hazırlık ve müdahale komisyonu oluşturulmuş ve bu konuda bir eğitime başlanmıştır, her ne kadar yeterli olmasa bile. Deprem sonrasında sayın başkan biraz bahsettiler Bolu Belediyesi Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi öğretim üyeleri ve İMO Bolu Temsilciliği iş birliğiyle Bolu’daki mevcut bina stokundan projesi olanların tetkikleri meslektaşlarımıza yapılmıştır. Bu bilgiler ışığında Boğaziçi Üniversitesi tarafından yapılan değerlendirmeler Bolu Belediyesi’ne, bildiğim kadarıyla 2007 yılında gönderilmiştir. Bolu Belediyesi’nde bu mevcut binalarla ilgili bilgiler mevcuttur. Ama Belediyemiz, belki haklı olarak kamuoyuyla binaların durumunu paylaşmamıştır. Sanıyorum onlar kendi değerlendirmelerini ve çalışmalarını yapmaktadırlar. Bildiğiniz gibi ilimiz denetim yasası kapsamındaki 19 il arasındadır. Yapı denetim yasasıyla inşaat mühendisleri odasının, meslek odalarının, denetim yasası olan illerde proje denetim yetkileri ellerinden alınmıştır. Ama burada belediyemizin iyi bir öngörüsüyle, burada yetki belediyelere geçiyor, Bolu Belediyesi’nin talebiyle biz temsilciliğimiz bünyesinde oluşturduğumuz proje inceleme komisyonlarıyla mimari projeler çıktıktan sonra statik projeler odamıza gelmekte, buradaki 6 kişilik bir komisyonumuz tarafından incelenmekte, 6 kişilik komisyonumuzda değişik tecrübelere sahip meslektaşlarımızdan oluşmakta, tecrübeli arkadaşlarımız var, orta yaşta daha genç daha da yeni mezun 3-5 yıllık arkadaşlarımız var komisyonlarda. İnceleme süresinde bir format oluşturduk, o format çerçevesinde projeler bize gelmekte. Projelerimizin oluşturduğumuz ücretsiz çalışan yeri geldiğinde dönemsel olarak değiştirdiğimiz meslektaşlarımız bu projeleri incelemekte daha sonra yapı denetim olarak Belediye’ye sunulmaktadır. Bu da bir ikili denetimi getirdiği için daha güvenli olduğunu düşünüyoruz. Bir anlamda da bu komisyonlarla biz de kendi içimizde meslektaşlarımız arasında bir meslek içi eğitimi sağlamış oluyoruz. Genç arkadaşlarımız bilmedikleri takıldıkları konuları daha tecrübelilerden faydalanıyorlar, genç arkadaşlarımızın daha yeni bilgi dağarcıkları tecrübeli arkadaşlarımıza aktarılıyor. Böyle bir iletişim söz konusu, bu da Bolu’da Belediyemizin duyarlılığını göstermekte. 4-5 Şubat 2000 tarihinde Bolu Belediyesi Sayın Yüksel Ceylan’ın yönetici olduğu dönemde, yine İMO Bolu Temsilciliğiyle bir seminer düzenlemiş arkadaşlarımız, onarım ve güçlendirme konulu seminer düzenlenmiş, çok değerli bilim insanlarımız katılmış buna Prof. Dr.Tuğrul Tankut, Prof. Dr. Uğur Ersoy, Prof.Dr. Güney Özcebe meslektaşlarımıza onarım ve güçlendirme çalışmaları uygulamalarıyla ilgili bilgilerini aktarmışlar. Zaten o bilgiler ışığında da meslektaşlarımız Bolu’daki güçlendirme projelerini yaptılar. Bir kısmı işin proje aşamasında çalıştı. Bir kısmı yapım aşamasında çalıştı. Hocalarımıza gelen katılan hocalarımıza da teşekkürü bir borç biliyorum ben. Hep Bolu-Düzce’yi konuşuyoruz. Burada bu dönemin yöneticileri var burada onlara da bir paragraf atmakta fayda görüyorum ben. Ben hep hem Bolu’da hem de Bolu dışında da yaşadığım için belki zaman zaman farklı gözlemlerimiz de olmuştu. Bolu, depremin üzerindeki etkilerini daha çabuk atlattı komşumuz Düzce, Kaynaşlı’ya göre, aynı gün iki ayrı yere gittiğimizde Düzce‘de hala prefabrikler, çadırlar, gecekondular, bir de vatandaşımızın o günün koşullarını istismar eden ticari çıkıntıları da diyelim, artık binanın da dışında bir takım şeyleri varken, Bolu bu süreci oldukça çok kısa sürede atlattı. O dönemde Bolu’daki deprem konutları, kalıcı konutlarımız çok kısa sürede tamamlandı. O günün kararları bir de Bolu insanının kurallara uygunluğunu belirtmemiz gerekiyor. Dönem dönem kalkacak çadır kentler anons edildiğinde gününde o çadır kentler kalktı. Yoldaki barakalarımız vardı hepimizin iş yeri olarak zorunluluktan kullandığımız, bunlar o kurallar çerçevesinde kalktı. Bir müddet sonra gördük ki Bolu’da depremin izleri kalmamış. Burada o gün görev yapan değerli Valimizin, değerli Belediye başkanımızın ve kamu yöneticilerimizin tabii ki buna da uyan Bolu halkının payı var diye düşünüyorum. Dışarıdan gelen birisine Bolu’da deprem oldu veya şuralarda hasar vardı diye gösteremiyorsunuz ama Düzce’ye gittiğinizde bunun izlerini çok rahat biçimde görebiliyorsunuz. Bu da bir kentin yöneticileri ile birlikte uyum içinde çalışması sayesinde olmuştur. Bolu halkına teşekkür ediyorum. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Mehmet Tuncer: Sayın Cahit Çıngı’ya teşekkür ediyoruz demek ki İnşaat Mühendisleri Odası’nın da çok değerli çalışmaları olmuş deprem sonrasında da şu sözünüzü ben merak ediyorum ‘’Kendi yaptığım binalarda bir sorun olmadığını gördüm’’ dediniz. Çok bence önemli bir şey yani. Bu binalar nasıl yapıldı? Nasıl kontrol edildi? Bugün sabah da bazı binalar gördük fay hattı yanından geçiyor, kırılmış ama ayakta duruyor yani bunu inşaat mühendisliği açısından nedenini ve bunu başarmak için ne yapmak gerekiyor bunları daha sonra soracağım, çünkü ikinci tur konuşmaları var. Proje inceleme komisyonlarının kurulmuş olması bunların değerlendirilmiş olması da çok önemli, fakat yapı denetim sisteminin niye 19 il bazında yapıldığı da sorgulanması gereken bir konu. İkinci tur konuşmalara geçiyoruz.
AHMET ERCAN’IN GÜNDEM DIŞI KONUŞMASI VE İLGİLİ YORUMLAR (00:22:09-00:37:02)
Yüksel Ceylan (Bolu Eski Belediye Başkanı): Sayın Başkanım, Değerli Konuklar. İlk bölümde ben ana hatlarıyla deprem öncesini ve sonrasını anlattım. Cahit başkanımız konuyu biraz daha geliştirdi. Deprem sonrası en önemli konulardan biri orta hasarlı binaların güçlendirilmesi ve onarılmasıydı bununla ilgili bir takım eğitim çalışmaları yapıldıktan sonra yine o dönemde TÜBİTAK başkan yardımcısı olan ODTÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. Tuğrul Tankut, Gazi Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi öğretim üyelerinden Sinan Altun’un da katılımıyla orta hasarlı binaların güçlendirilmesinde inşaat mühendisleri odamızla birlikte ortak çalışma yaparak kriterler belirlendi. Bu projelerin kontrolü iki grup oluşturularak inşaat mühendisleri odamızın belirlediği mühendisler tarafından kontrol edildi ve projelerin tatbikatı zaman zaman Sinan Altun zaman zaman Tuğrul Tankut tarafından gelip yerinde görülerek ve yine inşaat mühendislerimizden ve belediye birimlerinden oluşturulan ekiplerle güçlendirme ve onarım çalışmaları yerinde takip edilmiştir. Ben bu konuda iddialıyım kendim teknik eleman değilim ama Bolu’da orta hasarlı binaların güçlendirme çalışmaları başarıyla tamamlanmıştır. Diğer yörelerden daha başarılı bir şekilde tamamlanmıştır. Ancak burada şöyle bir anekdotu da aktarmak istiyorum. Bir gün Tuğrul Tankut’la gezerken orta hasarlı binaların güçlendirilmesini, onarımını incelerken, yanına biraz daha yaklaştım arkadaşlardan koptum, ‘’Yaa hocam, bu orta hasarlı binaların bu şekilde güçlendirilmesi doğru mudur ilerde ne olur? dedim. Vallaha onu ben de bilmiyorum dedi. Ama şu an Amerika’da da Japonya’da da bilimsel veriler bunu gösteriyor biz bunu uyguluyoruz doğru olan şimdilik bilimsel olarak bu dedi. Peki, ne olur sonra? “bir testten geçmesi lazım dedi.’’ Yani bu Afyon’da galiba başlanmış Dinar’da, daha sonra diğer yörelerde deprem oldukça orta hasarlı binaları güçlendirilmesi yapıldı. İnşallah bu güçlendirilen orta hasarlı binalar oluşacak bir depremden bir testten başarıyla çıkar. Bu bir benim şahsi bir endişemdi.
Değerli arkadaşlar tabii bu deprem sırasında biz bütün üniversitelerimizle, ilişki kurabildiğimiz bütün üniversitelerle, bilimsel çalışmalara önem vererek onlarla ilişki içinde bulunduk. Ben özellikle burada o dönemde görevde olan TÜBİTAK başkanı Prof.Dr. Namık Kemal Pak beyefendiye, Tuğrul Tankut Beyefendiye, yine dün aramızdaydı Süleyman Pampal hocamıza, Gazi Üniversitesinden Sinan Altun hocamıza TÜBİTAK’daki çalışmalarımızda bize yardımcı olan şu an hayatta olmayan sayın doktor Akın Çakmakçı’ya teşekkürlerimi ve şükranlarımı bir borç biliyorum. O zor günlerde bize çok yardımcı oldular. Üniversitemiz senatosu üniversitemizin 17 Ocak’ta 2000 tarihinde tekrar eğitim ve öğretim başlaması için karar alınmıştır. Valilikte bir kriz toplantısında o zamanki rektörümüze sorduk ‘’Ya bu kararı aldınız da artık 17 Ocak’a da bir hafta falan var. Bu öğrenciler nerde kalacak? “Bilmiyorum ki” dedi. Yurtlarımız yıkılmış, o zaman Tugay Komutanı olan Tuğgeneral Aydın İnal “başkan dedi biz bunu bir haftada kurarız. Çocuklar gelmeden çadır kentleri kurarız”. Hemen işe başladık bir hafta içinde gerçekten öğrencilerimiz gelmeden çadır kentleri kurduk.Çadır kentleri kurduk ama çadırların altında tahta var. Çocukların terlikleri var mı yok mu nerden bileceğiz. Git dedim zabıta müdürüne ne kadar halı, kilim varsa topla gel dedim. Bütün çadır kentlerin altlarına halı, kilim, terlik ne varsa toplandı ve 17 Ocak’tan sonra öğrencilerimiz yavaş yavaş Bolu’ya gelmeye başladılar. Üniversite açılmadan önce saat 17.30- 18.30’da Bolu’da hayat bitiyordu. Herkes çadırlarına, prefabriklerine, yaptıkları barakalarına çekiliyordu biz de görevimiz gereği şehrin değişik yerlerinde dolaşıyorduk. Ben çok üzülüyordum özellikle şehir merkezinde hiç ışık yok, elektrik yok. Karanlık. Daha sonra yavaş yavaş öğrencilerimiz gelmeye başladı. İşte kafelerde işyerlerinde saat 7.30-8.00’e kadar bir hafta sonra saat 10’a kadar ışıklar yanmaya başladı. Bu saat 11’e kadar sürdü. Öğrenci çadır kentlerinin açılışını yaparken kendilerine dedim ki “siz Bolu’ya ışık oldunuz. Gerçekten Bolu karanlıktı siz geldiniz Bolu’ya ışık oldunuz”. Üniversitemiz her zaman Bolu’ya bir ışıktır. Daha sonra o zamanki Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancı’ya giderek o zamanki milletvekilimiz Sayın Mustafa Karslıoğlu’yla ‘’Bolu’ya dedim park yapmayacaksınız, yıkılan öğrenci yurtlarımızı yapacaksınız. Ben yarın Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürü’nü buraya istiyorum dedim.’’ Bir adam geldi arkamdan omuzlarımı sıktı. ‘’ Sen kimsin ya’’ dedi. Ben dedim Bolu Belediye Başkanıyım dedim. ‘’Çok kabadayısın’’dedi. ‘’Yo kabadayı falan değilim’’ dedim ama ihtiyacımız var bizim de. Rahmetli oldu şimdi, Milli Eğitim Bakanı Müsteşarı da oradaymış. Ve gerçekten ertesi gün Kredi Yurtlar Genel Müdürümüz saat 16.00 gibi Bolu’ya geldi. Rektörümüz, ben, imar müdürümüzle yurtların nereye yapılacağı konusunda yerlerini tespit ettik. Süratle şu anda öğrencilerimizin şehir kampüsünde burada kaldığı öğrenci yurtları inşaatları başlamıştır. Üniversite tabii ki bizim için çok önemliydi ve üniversitenin bütün ihtiyaçları bu şekilde karşılandı.
Şimdi; ne gibi önlemler alınabilir diye soruldu? Ben şöyle kendim teknik eleman değilim ben mali müşavirim ancak belediye başkanlığım döneminde bir mühendislik fakültesinin 1.sınıfını bitirdim diye düşünüyorum. Bu Oğuz hocamızın dün sunumunu yaptığı şehrimizin kuzeyinden ve güneyinden geçen fayları şehrin ortasından bir fayla birleştiği teziyle ilgili çalışmaları beraber başlatmıştık. Yaklaşık bir 15 günlük çalışma yapmıştık. Epey bir çalışma yaptık ancak o çalışmayı toparlayamamıştık. Umarım bu tez doğru değildir eğer bu tez doğruysa Bolu için önümüzdeki süreçte büyük bir tehlike olabilir. Tabii ki ilk konuşmamda da belirttiğim üzere deprem bir gerçek, depremle yaşamayı öğrenmeliyiz bunun için de binalarımızı sağlam yapmalıyız. Sağlam zemine, sağlam binalar yapmalıyız.
Değerli arkadaşlar 2000 yılında Amerika’ya gittim ben, San Francisco’da aynı Türkiye’deki Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın benzeri orada var. Buranın belediyesinin kriz binasına gittik. Yaklaşık bu kriz merkezinde 16 kişi görev alıyor. U şeklinde bir masa var. Bu masaların çekmecelerini açtığımızda herkesin ne yapması gerekiyor orada yazılı bir şekilde bulunuyor. Bilmiyorum Bolu’da gerek belediyede gerek valilikte böyle bir kriz masası herkesin masaya oturduğunda ne görev yapacağına dair bir görevlendirme var mı? Herhalde yoktur. Bu konuda bir çalışma yapılması gerekir. O gittiğimiz bina 3 katlı bir binaydı. Binaların temeline amortisör koymuşlar. Ben de ilk defa orda görmüştüm Japonya’dan model almış, o kriz binası tabii ki her an depreme hazır olmalıyız ve sık sık tatbikatlar yaparak bu hazırlığımızı sürdürmeliyiz. Yine deprem sırasında galiba o zaman üniversitemize bağlı Düzce Meslek Yüksekokulu’ndan bir hocamız 17 Ağustos depreminden sonra Adapazarı’na gitmiş, Adapazarı’nda bir binayı incelediğinde bu kerestenin talaşından betonun kesildiğini anlattı ve ben de televizyonda izlemiştim. Biliyorsun kalıpçılar kalıbı çakarken biraz yetmeyince hemen orda testereyle bir şey kesiyorlar. Oraya çakıyorlar tamamlanmış oluyor. Ucu tutmuş olmuyor mesela tabii bu kalıbın üzerinde kestiği için oradan da talaş gitmiş oradan da betona atılınca o talaş orada betonun yapışmasını önlemiş. Ve beton maalesef oradan kesilmiş. Şimdi bakıyoruz her konuda lise ve meslek yüksek okulu, üniversite bazında şeyimiz var. Ancak inşaat işçiliği konusunda hala eğitim veren bir kurumumuz yok. Galiba endüstri meslek liselerinde bir çalışma başladı. Bolu’da meslek yüksek okulunda bir yapı bölümü var. Bunun çoğaltılması gerekiyor. Adam işte atadan babadan görme şeylerle ben kalıp ustasıyım, ben beton ustasıyım diyor. Bunlarında çok yeterli olduğunu zannetmiyorum. Biraz önce Cahit Başkanımın da belirttiği gibi belediyeler, şu andaki mevcut kadrolarıyla bu yapıların denetimini yapamazlar. Bu mümkün değil. Benim görev yaptığım sürede Bolu Belediyesi’nde iki tane inşaat mühendisi, bir mimar, iki harita mühendisi teknik eleman kadromuz buydu bir tane de jeoloji mühendisi vardı o da asfaltlama şantiyesinde çalışıyordu. Şu anda kaç tane var bilmiyorum ama yapı denetim bürolarının arttırılması gerekir. Ama arttırılırken de şu anda yapı denetim büroları çok fazla iş alıyorlar, zaman zaman aldıkları inşaatların tam denetimini yapamıyorlar. Onun için hem sayıları arttırılmalı hem de yıl içinde belli periyodlarda şu kadar binanın kontrolünü yapabilirsiniz diye de bir sıralama getirilmeli diye düşünüyorum. Geçmişini bilmeyen geleceğe umutla bakamaz. Elbette ki geçmişte yaşananlar burada anlatıldı, geçmişte yaşananlardan ders alarak geleceğe de umutla bakmalıyız. 17 Ağustos depreminden sonra bir çalışma daha yaptık. Bolu’da bir tane beton santrali var. Bolu’daki binalarda elle beton atılmaktaydı. Ancak bizim belediye meclisinden karar alabilmemiz için birkaç tane daha beton santralinin oluşması gerekiyordu. O zamanki Başbakanımız rahmetli Ecevit 30 Ağustos’ta Bolu Belediyesi’ni ziyaret etti.
Kendisine Çimento fabrikasının, Bolu Belediyesi’nin öncülüğnde, Bolu’ya bir beton santrali yapması konusunda talebim oldu. O zamanki Çimento fabrikamızın genel müdürüne bu durumu iletmeme rağmen gerek yok dedi. Ancak başbakanımız arayıp söyledikten sonra süratle harekete geçtiler. Biz belediye olarak yer tahsis ettik. İkinci beton santrali kuruldu, daha sonra üçüncü beton santrali de kuruldu ve artık Bolu’da betonlar hazır beton santralinden gerekli araçlarla alınmakta ve beton kalitesi yükseltilmiştir.
Burada biz de üzerimize düşen küçük bir görev yaptık. Teşvik yaptık, ümit ediyorum ki bu çalışmalar devam eder. Bu kaçak yapılaşma imara aykırı yapılaşmanın muhakkak önüne geçilebilmeli. Siyasetçiler zaman zaman oy uğruna bir takım tavizler vermekte. Ancak verilen bu tavizler işte daha yeni yaşadığımız İstanbul’daki dere yataklarındaki binalar gibi bir takım afetlere maruz bırakmakta yine bizlerin doğal kaynaklarına, insanlarına zarar vermekte. Onun için oy uğruna bu tür tavizler verilmemeli. Özellikle plana ve projeye uygun yapı denetimli inşaatın yapılması sağlanmalı. Mesela benim yaşadığım bir örnek, zemin etüt çalışması bakanlık böyle bir çalışma çıkardı. Güçlendirme yapılacak binalar zemin etüdü yaptıracaklar. Bazı firmalar da traktör kepçesiyle geliyorlar biraz toprak alıyorlar. Onu naylonun içine koyuyorlar. Bir de rapor yazıyorlar biz de bu raporu Ankara Üniversitesi’nde zemin etüd çalışması araç kullanımı yapan bölüme gönderiyoruz. Diyorlar ki bu bizim yaptığımız çalışmaya uygun değil. Çağırdım sordum. Nasıl yapılıyor bu zemin etütü, toprağa sondaj yaptı mı dedim yapmadı dedi. Traktör kepçesiyle biraz toprak aldı dedi. Naylonun içine koydu bir de rapor yazdı götürdü. Daha sonra biz Ankara Üniversitesiyle bir protokol yaptık. Bu sondajların kontrolü Ankara Üniversitesi tarafından yapılacak, sondajları da iade ettik, iki tane firma zaman zaman bu konuda tehditler aldık. Ama Bolu Belediyesinin kontrolünde yapıldı sondajlar parasını vatandaş verdi, normal fiyatın çok altında yaptık, kesinlikle bilimsel dünyadan da uzaklaşılmamalı. Bilimsel veriler her zaman dikkate alınmalı. Bolu’nun arazisi çok katlı binalar yapmaya çok elverişli değil. Bu geçmişte de çok tartışıldı. Elbette ki çok katlı binalar yapılabilir. Buralara kazıklar çakabilirsiniz. Ancak klasik inşaat yöntemiyle Bolu’da çok katlı binaların yapılmasını ben çok doğru bulmuyorum. Bolu’da şu anda bir arazi sıkıntısı yok. Az katlı binalarla da Bolu’da yerleşim sağlanabilir. Ancak iş merkezleri belki usulüne uygun bir şekilde çok katlı olabilir. Biz bu konuda bir yasak getirmiştik ancak bu yasak yapılan bir takım toplantılarla kaldırıldı, ben teknik eleman olmadığım için o günkü çalıştığım bilim adamlarının önerileri doğrultusunda böyle bir karar almıştık belediye meclisimizden, bu karar kaldırıldı. Eğer bu kararın tekrar gözden geçirilmesi şansı varsa, her an deprem yaşayabilecek bir şehrimiz olan Bolu’da, bu kararın tekrar gözden geçirilmesini diliyorum. Depremin bir daha yaşanmamasını diliyorum, özellikle 12 Kasım depreminde yitirdiğimiz 48 yurttaşımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılarımız, zaman zaman görüşürüz, onlar şifalarına kavuştular. Burada bir şey daha hatırlatıp sözümü bitiriyorum. 17 Ağustos depreminden sonra inşaat mühendisleri odamızla birlikte belediyede iki tane kriz masası oluşturduk. Binalarından şüphelenenler, herhangi bir hasar olduğunu şüphelenenler belediyeye gelsinler, biz binaları inceleyelim. Hiç kimse gelip bizim binamızda ne var diye merak edip bakmadı bile, maalesef sonradan öğreniyorum bu Yıldız blokları dediğimiz yıkılan binalarda bir takım hasarlar oluşmuş. Tabii biz vatandaştan böyle bir talep gelmeyince gidip tek tek o binaları bakamadık. Ve 12 Kasım’da da bu binalar yıkıldı. Vatandaşımızı bu konuda duyarlı hale getirmeliyiz. Yani bu inşaat sektörünün bir ticari meta gibi değil de sanki bir heykel gibi, bir yağlı boya portre gibi, bir sanat gibi görmeliyiz. İnsanlar ömürlerinde 1 veya 2 defa konut alıyorlar. Bu konutları sağlam yapmalıyız gerekirse devlet tarafından gerekli destek ve sübvansiyonlar sağlanmalı. Ama kesinlikle depreme dayanıklı yapmalıyız. Ülkemizde maalesef inşaat sektörü bir ticari meta haline geldi. Ben bunun bu şekilde olmasını çok doğru bulmuyorum. Yani bir ressam senede yaşamı boyunca, çok güzel, 3 tane 5 tane yağlı boya portre yapar. Çok yapar da üç tanesi beş tanesi sanatseverler tarafından, halk tarafından daha çok beğenilir. Bu binaları da yağlı boya portre gibi, bir heykel yapar gibi yapmalıyız. Bunu sanatsal bir yapı olarak düşünmeliyiz. Eğer bu şekilde düşünürsek deprem bize zarar vermez, ancak yaptığımız binalar bize zarar verir. Sağlam binalarımızı yaparsak depremden de en az hasarla kurtulmuş oluruz. Hepinize teşekkür ediyorum. Sağolun.
Prof.Dr.Mehmet Tuncer: Sayın Ceylan’a teşekkür ediyoruz. Son turda güzel öneriler geliştirdi, birkaç not aldım, özetle yapı denetim bürolarının arttırılması ve yapılması çok önemli. Beton santrali ve beton kalitesinin arttırılması çok önem taşıyor. Zemin etüdünde bilimsel verilerden uzaklaşılmaması. En önemli mesajlardan birisi konutları alçak katlı, düşük yoğunluklu ve doğaya da uygun bir şekilde yapmalı, ekolojik mimarlığa uygun bir yerleşim düzeni tasarlamalıyız. Nazım plan onu getirmeli. Bir eski plan üzerinde kat yüksekliğini artırarak varolan yapıları yıkarak yenilerini yapmak doğru değildir. Bu her zaman yanlış sonuçlar vermiştir. Antalya’da da yanlış sonuçlar vermiştir. Ankara’da da Bahçelievler’i yıktık, 5 kata çıktık. Antalya’da güzelim bağlık, bahçelik, seralık alanları yok ettik, çok katlı bloklar yaptık. Bolumuzun geleceği de buna benzemesin istiyoruz, o yüzden de planın yeniden ele alınması gerekiyor. Şimdi Sayın Valimiz Mehmet Ali Türker’e söz hakkı vermek istiyorum. Önerilerinizi siz de bizimle paylaşın.
Mehmet Ali Türker (Bolu Eski Valisi): Değerli Arkadaşlar depremin yarattığı hasarları çeşitli yönleriyle arkadaşlarımız nasıl giderildiğini, belli bir ölçüde ortaya koymaya çalıştık. Bolu’da iki şey yapıldı. Her türlü hasar var. Fiziki hasar var, normal hasar var, eğitim durumları, öğretimde, sağlıkta her türlü hasar var. Sivil toplum örgütleri ve resmi kuruluşlarla bu çeşitli hasarları gidermeye çalıştık. Fiziki hasarları gidermek kolaydır. Orta hasarlıysa parasını bulur kaynağını bulur yaptırırsın. Ağır hasarlıysa yıkıyorsun işte hak sahibi ortaya çıkıyor. Kalıcı konutlar dediğimiz şimdi görüyorsunuz. Kalıcı konutları o zaman belediye hudutlarına sokmak bile meseleydi. O hikayeleri bizler Yüksel Bey’le çok paylaşırız.
1580 sayılı belediye kanununa göre kalıcı konutları belediye hudutlarına katmak imkansızdı. Gerekçemiz neydi, sağlık gerekçesi. Çöp bidonlarını aldık, teslim edecek adam bulamadık. Muhtar yok, belediye hudutlarında değil, belediye ancak mücavir alan diye çöpünü falan alıyor ama sahibi yok. Hizmet tesisleri de daha yapılmamış. Şimdi ise kalıcı konutların sağlık ocağı,camisi,okulu her şeyi var. Onlar da yok. Belediye’ye bağlamamız gerekiyor. Sağlık yönünden bir yazı yazdık belediyemize, meclis kararıyla çıkardılar. Gönderdiler bize ben bir yandan bakanlığa üst yazılarını hazırlıyorum. Bir de baktım ki devlet hastanesi hudut dışı. Tabii üstten otoban geçiyor hastanede içinde, geri iade. Bir müddet sonra belediye başkanımız beni aradı, hastane kalsın diye. Kalıcı konutların hudutların o tepenin aşağısından geçer. Bunu bir misal olarak veriyorum. Johannesburg’a gittiğimde belediye başkanı taktı beni koluna nasıl belediye’ye kattınız diye. Elemanlarınızı gönderin bizden evrakları alın diye yanıt verdim. Kalıcı konutlar yapılırken jandarma mıntıkasında, burada kanuna göre iki kuruluş arasında vali muavini başkanlığında hizmet veriyor. Jandarma vermek istemiyor, hırsızlık oluyor o oluyor bu oluyor. Belediye hudutlarına da geçtik jandarmayı sivilleştiremedik. Ben şunu da belirteyim biraz önce arkadaşlarda belirtti. Çeşitli toplantılar oluyor Düzce’de Kocaeli’nde. Düzce’ye gittim miydi hemen kaçasım geliyordu. Veya Sakarya’ya gittiğimizde onların şartlarına göre, depremin açtığı yaralara göre, dertleri de büyük. Bolu daha uygun her bakımdan uygun, ayrıca istediğimiz gibi çalışma yapma imkanımız da va r. Örneğini de vereyim, Kocaeli’nde toplantıya gitmişiz. Kalıcı konutların, ileride kalıcı konutlar biterse, nasıl dağıtılacağıyla ilgili yöntemini tespit etmek için o gün bizim sinemada kuralar çekiliyor kalıcı konutlar için. Bakan geldi, gelmek istemiyor tepki olur diye. ‘’Gel dedim Bolu’da tepki olmaz.’’ Geldik tabii hak sahibi olmayan bir takım kişiler de var. Bakan geldi. Kura çekimi başladı, bakan kura çekecek baktım konuşmaktan da çekiniyor. Daha sonra konuştular ve gittiler Kocaeli’ne, ben sadece seyrettim. Biz noter huzurunda kurayı çektik, onlar daha ileride kalıcı konutlar biterse nasıl bir kura çekecekler yöntemini belirliyor. Bolu bu bakımdan büyük sıkıntılar çekmedi, bir baktım bakan dedi 21 Aralık’ta dedi şey yapalım onlar 30 Kasım diye umum-u efkara söylemiş hükümet. Biz teslim edeceğiz diye. Biz de bitti kaba inşaatlar ama tavanlara alçıpan yapılıyor, bazı inşaatların çevresinde şeyler yapılıyor ama kasım ayında yapılıyor, yağışlar var, çökebilir, düşebilir. Ondan sonra basına çıkar yapılan binalar çöktü diye. Şimdi bu dert de var. Buna karşın binalar kasımda verildi ama sonradan da basında, birkaç bina da olsa, şurası burası çöktü diye haberler çıktı. Yani hasarların giderilmesi kolay olmadı. Bu hasarlara rağmen ilin yeniden normalleşmesi gerekiyor, burada uzmanlıklar gerekiyor. Tamam kriz koordinasyon merkezinin toplantısında her eleman var ama onları besleyecek eleman yok. Üniversitemiz kendi derdinde, kuruluş derdi var, iki tane prefabrik kenti var…Bizim en önemli şeyimiz bize bu konuda öncülük etmesiydi üniversitenin. Halk uzak, üniversite köşesine çekilirse kopukluk oluyor. İşte burada program önemli, depremi yeniden Bolu’ya hatırlattıkları için, kendilerine teşekkür ederiz. Depremselliği ve deprem güzergahını duymaktan çok bunların üzerine ne yapıyoruz, neler yapılacağı konuşmak önemli. Bolu’nun normale dönüşünde herkesten önce bir noktaya geldi. Yöneticilerin duyarlılığı, görev alan arkadaşların kabiliyeti, halkın hakka hukuka saygısı vb. hepsi rol oynadı bunda. İşte burada deprem bir fırsat. Tamam acısı var şeyi var ama bu arada gündemdeymiş de kalıcı konutlardaki deprem anıtı için zorlanıyoruz, nerede yapalım, üniversitede yapalım gibi pek çok öneri söyleyen var, bunlarla uğraşıp duruyoruz, kararlar alıyoruz koordinasyon kurulunda, benden önce de alınmış ama ortada faaliyet yok. Sakarya’ya ve Yalova’ya devlet yardımları yapmış. Bizimse hem şansımız hem şanssızlığımız var. Devlet özel idarenin imkanlarını görüyor, hükümet merkezi yönetimin yapacağı işleri bile özel idare yapsın diye bakıyor. Ben Tunceli’deyken her ay gelirdim kaynak yaratmaya. Buradan da Ankara’ya ancak tanıtım için gidiyordum ve kalmıyor akşam kaçıyordum, bakanlıklara uğramıyordum çünkü külfet yüklüyorlar. Normale dönüş gerçekleşirken fırsatlarımız vardı. O dönemde üniversite geldi, il gelişim planı yapmak üzere. Nasıl yapılacak? Üniversitemiz var, hocalarımız var. Finansmanı? Belediye, Valilik ve özel idare. Daha sonra hocalar bir bütçe yapıp getirdiler, 510 milyar bir bütçe. Bunu ben kendi kendime takdim ettim. Bolu Belediyesi’nden 35 milyar alırım dedim, Ticaret ve Sanayi Odası’ndan da 35 milyar düşünmüştük, beş milyarı zor aldım. Yarısını biz karşıladık. İyi ki o zaman o imkanlar vardı. İl gelişme planı çalışmaları başladı. İlçelere gidiyor hocalarımız, bazen rastlıyoruz, sorgulamada da sıkıntılar var, hocaların bu konuya zaman ayırmasında da sıkıntı var. Düzce diyor ki benimki bir an evvel bitsin, biz diyoruz parayı biz veriyoruz önce biz alalım derken planı bitirdik. Allah rahmet eylesin, turizm sektöründen Nevzat Yosma, ben anlamam dedim, ben köylü çocuğuyum, bana turizm deyince şunu yaparsanız Bolu’da, tamam potansiyeli motansiyeli var, bir şey öner dedim. Dedi ki “kongre merkezi”. Üç senedir düşünüyordum ama dillendirmiyordum ben, korkuyordum, önüme engeller çıkacak. Dedim nereye hocam, araştırmasını da yap sen bana yer de göster dedim. Kongre merkezi rastgele bir şey değil. Ahmet Baysal’ı da bir şekilde ikna ettik. Sen şunu ver İzzet Baysal’ın adı olsun, ben de özel idareden şunu vereyim, belediye de arsayı verir, üçlü bir protokol yaparız, önce bir ikna eder gibi oldum sonra baktım, bunlar karar vermemişler, ben de teselli olarak mütevelli heyeti başkanı yapacaklar, oradan sıyırdık Bunu Kültür Bakanlığı’na verecekse belediyenin ne şeyi olacak falan oldu. Şimdi gelecekteki misyonunu, vizyonunu il gelişme planı, sanayide mi, turizmde mi, ne şey yapılacaksa fakat bu arada çevre düzeni planını da yaptırdık ki ne nerede kurulacak, Allahın Bolu’ya bağışladığı, bunu kimseye emanet edemiyorum, tabiatı bağışlamış, çevreyi bağışlamış, Türkiye’nin hiçbir yerinde yok, Bolu’nun iyi insanları diyelim, zarar vermeyen, zarar vermeden yerleşimi sağlamak. Bir de tarım gidiyor diğer taraftan. İşte çevre düzeni planıyla il gelişim planının da ileriye dönük alt projelerinin hazırlanması lazım. Bunu da kim yapacak? Ticaret ve Sanayi Odası. Bolu’nun her türlü güzelliğinin çekimi dialarla yapıldı, Kalkınma Vakfı’nda var, değerlendirilmesi lazım. İkincisi, önemli olan şey, kritik olan yer bu projeleri üretecek bilgi hazinesi nerede kurulacak? Şimdi il gelişme planı çerçevesinde coğrafi bilgi sistemini kurduk. Tübitak orada makineleri bize pahalıya sattı, aracı oldu, 500 milyarın içinde o da var. Otomasyona geçildi, 4-5 personel görevlendirildi, onun başındaki müdür de şimdi belediyede yazı işleri müdürü. Bir personel kalmış, benden 50 milyar kalmış. Bunlar geleceğe dönük şeyler, burada söylediğimiz şu. Kalıcı konutlarda öğrenci filan bulamıyorduk şimdi 900 kişilik okul yetmiyor gibi geliyor bana.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Adnan Cumhur (Bolu Bayındırlık ve İskan Eski Müdürü): Sivil savunma müdürümüz çadır kentleri prefabrike bölgeleri anlattığı için tekrar anlatmak istemiyorum ilimizde o dönemde sayın eski bolu müdürümüz konuşması gereken kısmı izah etmek istiyorum, bolu bayındırlık müdürü olarak yapılan çalışmalarda. O dönemde 913 tane resmi bina, 10787 tane özel bina ve 5367 tane işyeri incelenmiş, sayın başkanımızın da bahsettiği gibi, bu incelemeler tamamen talebe bağlı incelemeler olup resen yapılan incelemeler değildir. Bunun neticesinde ağır yıkık orta hasarlı hasarsız ve az hasarlı gibi sınıflamalar yapılmıştır bu sınıflamalar yapılırken kriz merkezi de çadır kentlerin oluşması dolayısıyla arkasından da prefabrike konutların yapılmasının asıl sebebi orta hasarlı ve ağır yıkık afetzedelerimizin geçici olarak iskanlarını sağlamaktır, bu çalışmalar yapılmıştır. Günümüz döneminde yarım kalan bir tek işimiz kaldı. Yarım kalan işimiz kaldı diyorum çünkü 17 aralık itibariyle bu görevlerimizin bir kısmını yeni kurulan afet ve acil durum müdürlüğüne teslim etmek gibi bir misyonu üslendik. son bir ayımız kaldı sayın müdürlük vekilimiz burada, kendisine devredeceğimiz en ağır görev şudur bunu özetledikten sonra inşaat ve mühendisler odası belediyeyle işbirliği halinde neler yapmamız gerekiyordu niçin yapamadık o kısmına geçeceğim. Sayın müdürümüze bırakacağımız miras 31.12.2009 tarihine kadar il idare kurulu yetkisindeyken il idare kurulu o dönemin sıkıntılarından dolayı bakanlar kurulu kararıyla süre uzatımı alan orta hasarlı konutların onarım durumudur ilimizde 1040 tane konut yaklaşık 6000 tane orta hasarlı konutumuz var bunlardan 3000 küsuru belediyenin yetki dahilinde sayın eski başkanımız bu konuları biliyor ortak çalışmalar yürüttük 2300-2400 civarında da hak sahibi kabul edilen bu hak sahibi kabul edilenler neydi afetzede olup hak sahibi olmak ayrı bir olaydır ama bayındırlık ve iskan bakanlığı afet işleri genel müdürlüğü ve belediyenin ortak çalışması il dahilinde ne kadar afetzede var onu tespitini yapıp bunlara çalışma yapmaktır biz o çerçevede bütün afetzedelerden sorumlu il müdürlüğü olarak üzerimize düşeni yaptık ama süre uzatımlarının sık sık olması, her sene yenilenmesi orta hasarlı binaların onarımında biraz gevşeklik yarattı. Bunu bakanlığımıza da yazılı olarak bildirdik, vatandaşlarımız nasılsa süre uzatılacak diye bir türlü konutların güçlendirilmesini tamamlamadılar. Ben aldığımız duyumlar inşallah doğru değildir, öğrencilere de kiraya verildiği şeklinde ihbarlar aldık. Bu çerçevede müdürlüğümüzün elemanları ve belediye elemanlarına bir komisyon kurdurdum bu konutlar ruhsat almayan konutlar kullanılıyor mu kullanılmıyor mu bunu yeni müdürlüğümüze raporlarla devredeceğim bundan sonra çalışmaları o yürütecek çünkü bu çok önemli kötü bir miras bırakıyoruz ama müsebbibi bolu valiliği ve bolu bayındırlık ve iskan müdürlüğü değil süre uzatımından yüz bulan vatandaşlarımızın ihmalidir. Bu çalışmalar tamamlandıktan sonra bunun yanında sayın valimiz söyledi tabi ben Düzce’de görev yapan bir bürokrat olarak buradakiler bize biraz hafif geldi, orda 8000 konutluk bir program aldık burada 1700 tane konut var düzce tamamen yıkıldı bolunun bir mahallesi yıkıldı ama o il gelişme planı toplantılarında düzceyi temsilen geliyordum o çalışmaların mutfağında çalışanlar var tekrar bir arada olmak bana mutluluk verdi. 12 kasımı 13 kasıma bağlayan gece bazıları merak ediyor ben düzce müdürlüğü görevinden bolu müdürlüğüne geldikten sonra sayın valimizle tanıştık, ilk tanışmamız da bir toplantı anındaydı o günden bugüne yaptıklarımızı bahsetmek istiyorum. Düzce’de yarım kalan işlerimizin burada da yarım kaldığını gördük bayındırlık müdürlüğünde inşaat mühendisi olarak neler yapabiliriz o dönemki inşaat mühendisleri odası başkanı, mimar odası başkanı aynı binadaydı onlarla yaptığımız toplantılar neticesinde 2002 nin kasım ayında inşat mühendisleri odasında bir Ankara şubesi seçimleri vardı, o seçimlerde bir konuşma yaptım, o yaptığım konuşmadan bir kısmı burada gündeme getiriliyor, arkadaşlar inşaat mühendisi olarak utandığım bir toplantıydı o, oda toplantısında depremde yok olmuş türkiyenin 2/3’lik ticaret mekanizmalarının sanayi mekanizmalarının oluştuğu bölgede, vatandaşlarımız mahvolmuş işadamlarımız mahvolmuş iş yerlerimiz mahvolmuş, oda seçimlerinde başkanımız burada o zaman başkanımız değildi kendileri çalışmalarından dolayı kendisine ayrıca teşekkür ediyorum, balkon 120 cm mi 125 cm mi konuşuluyor, böyle bir delegasyon var delegasyon birbirine söz hak aktararak o zamanın koalisyon hükümetlerinde görev alan şu parti mi büyük bu parti mi büyük, mevzu teknik olmaktan çıktı siyasi platforma geçti, ben deprem bölgesinin bayındırlık ve iskan müdürü olarak söz istedim, parmak kaldırdım bu konuştuğum konuşmadan 2002 nin şubat ayındaki inşat mühendisleri odasının basılı belgelerinde mevcuttur, arkadaşlar benim doğup büyüdüğüm yer Afganistan’ı geçmiş rezil bir vaziyetteyiz bizim çocuklarımız çadırlarda perişan vaziyette bir toplantıda sayın başkanım da şahit oldu o konuyu gündeme getirdim, siz oturmuşsunuz balkon 120 cm mi olsun 125 cm mi olsun. Deprem bölgesine gelin bundan sonra ne yapmamız gerektiğine birlikte karar verelim orda çerçeveden göreve başlar başlamaz hemen sayın valime raporumu sundum, gel bakalım dedi hoş geldin dediler göreve başladık, güzel çalışmalar yaptık bu çalışmaların içinde neler yaptık, kırsalımızda fakir fukaranın köyde oturan vatandaşlara biraz önce söylediğim Düzce’de başlatmış olduğumuz proje desteğini sağladık, inşaat mühendisleri odası başkanından teşekkür ediyorum kendisine genç mühendislerim için güçlendirme kursları açmasını sağladılar, biz de bakanlık bütçesiyle değil bu yayımlandığı söyleniyor, kullandığım her laftan dolayı arkamdan teftiş yiyen bir müdürüm, müfettişimiz de burada ama herhalde mazur görür çünkü o oda seçiminde yaptığım konuşmadan bir ay sonra bir müfettiş geldi onbir aylık bir geçici dinlenme cezası aldık, onlar hoş şeyler değildi, şimdi odadaki şeyi söyledik, genç mühendislerimize proje kursu açtık, bunları sayın valimizin bana miras bıraktığı prefabrik binaların kira gelirlerinden karşıladık, kendisine teşekkür ediyorum parayı kullanma yetkisini bize verdi biz anıtın parasını da ödedik, biz Bolu’nun geleceği için yatırım yaptık, biz onun için sayın rektörümüze takıldım inşaat fakültesini kurarsanız güzel çalışmalar yaparız, ben burada bir üzüldüm herhalde hocamız üzülmüştür ama hocamız üzülmesin mimarlık fakültesinin öğrencileri yok herhalde bir tane var, teşekkür ederim kızım, hocamız dün yeteri kadar açıklama yaptı ki bugün bizi dinleme ihtiyacı hissetmediler demek ki alınganlık göstermesine gerek yokmuş, bazılarımız çok dikkatli dinlemiş mimarlık fakültesi öğrencilerinin bu final oturumuna kalmaması beni üzdü. (Mehmet Tuncer: Bugün Öğrenci Temsilcileri seçimi var o yüzden). Ben bir inşaat mühendisi ağabeyleri olarak Teknik Elemanlar Derneği başkanı olduğumu da söylemiştim, beni üzdü biz bazı kuruluşların temsilcileri yok dedik ama benim hitap edeceğim, geleceğimi teslim edeceğim gençler de yok bu kadar şey olmaması lazım şimdi bu çalışmaları tamamladık bitti acil durum afet müdürlüğüne devredeceğiz özellikle orta hasarlı binalar 31.12 itibariyle süreleri doluyor 31.12 tarihine kadar yapacağımız çalışmalar biz yapacaktık planlamıştık bundan sonra arkadaşlarımız yapacak il idare kurulu kararı ile yıkılması gereken binalar var bu yıkılması gereken binaların daha önce televizyon konuşmalarında Mustafa ağabeyimizin de bazen çağırdığı gönderdiği genç arkadaşlara ara bilgi veriyorduk, hiç başlamayan hiç dikkate almayan arkadaşlarımız var, bu tablolar da var, tablolarla başınızı ağrıtmak istemiyorum sayın başkanımıza sundum, orada gerekli açıklama yapılabilir, hiç başlamayan orta hasarlı konutu olup da hiç başlamayanlar var bunlara bir türlü ulaşamadım komisyonları kurduk çalışmaları tamamladık kimler başlamadığına kadar hepsini biliyoruz 31.12 itibariyle bunların hepsini tek tek niye başlamadığını kanuni yetkilerimizle sorgulayacağız ama üzülüyorum tabi çünkü genç öğrencilerimize kiraya verildiği şeklinde duyumlar var inşallah olmamıştır bunu vatandaşlarımızın şeyine hitap ediyorum. Şimdi gelelim depremden sonra tekrar şey yapmak için bayındırlık iskan müdürlüğüne düşen görevler biz bayındırlık iskan müdürlüğü aynı zamanda ilin imar komisyonu başkanıdır vali adına belediye meclisince ve il genel meclisince alınan kararlar bayındırlık iskan müdürlüğünce onaylandıktan sonra işleme girer ama bu her yerde olmuyor, belediye encümeni istediği kararı alacağını düşünüyor bayındırlık iskan müdürlüğüne sorulmuyor ne zaman soruluyor teftiş edildiği zaman bunu niye yapmadın denildiği zaman bize bilirkişi olarak başvurulduğu zaman soruluyor yaklaşık on yıldır deprem bölgesi müdürüyüm bir belediye başkanlığının bize bir encümen kararı aldık şunu inceleyin dediğini ben duymadım sadece Bolu için geçerli değil Düzce için Türkiye’nin başka yerinde olduğunu sanmıyorum çünkü ben bu konuşmayı, inşaat mühendisleri odasında yaptığım konuşma bu şekildeydi otobüs biletçisinden belediye imar kurulu başkanı yapıyorsunuz mühendislerimizin kararlarını almıyor bu mühendislerimizin aldığı kararları ertesi gün mühendis arkadaşlarımız otobüs biletçisi ya da su tesisatı okuma memuru yapılıyor böyle bir ülkede mühendisler karar veremez bunun için dedim japonyadaki mühendis arkadaşıma sizin orda siyasiler mi yapıyor binalarınızı yoksa mühendisler mi yapıyor diyor bundan dolayı başım belaya girecekse girsin bu vatana Çanakkale’de çok cumhur soyadlı gitti yenisi eklenebilir hiç umurumda değil ama Bolu’nun geleceği ülkemin geleceği için bunları söylemek mecburiyetimiz var. il genel meclisi kararları Bayındırlık İskan Müdürlüğü’nün onayı olmadan işleme giriyorsa, bu yanlış yapılıyorsa, bu teftiş edilmeden aramızda değerlendirmemiz lazım. Niye? Deprem görmüşüz, sayın başkanımızın döneminde yapılan çalışmalar var. İmar kanununda bir madde var. (anlaşılamayan iki cümle). Bolu’nun geleceğini kurtaracaksak 1985’deki imar planlarını çöpe atacağız, yeniden yeni beyinlerle, Bolu’yu sevenlerle, hizmeti sevenlerle, görevi sevenlerle, yeniden bir Bolu şeması kuracağız. Ben bazılarının dediği gibi romanlardaki kahramanlar gibi değil, sokaktaki kahramanlar gibi yapılması gerekir. Bu konuşmam Bolu’daki final konuşmam olabilir, hakkınızı helal edin çünkü Bolu’ya bir şey veremediğimi düşünüyorum. Yedi yıl Bursa, Sakarya ve Eskişehir’de bölge planlama/proje müdürlüğü yaptım, burada benim bilgi birikimimden kimse faydalanmadı. Onun için dedim hocama teşekkür ediyorum toplantı yaptığımız zaman bu Adnan Cumhur kim?, ne iş yapar?, niye Bayındırlık Müdürü olmuş Köy Hizmetlerinden alınmıştı diye kimse sorgulamadı. Sadece birkaç tane espri yaptı, Düzceli midir?, terör estiriyor. Terör estirdik arkadaşlar, estirdiğim terörleri sıralıyorum. Düzce’de görev yapıyoruz, bayrak skandalına sebep oldum. Bayrak skandalı bayrağı yırttığım için değil, Amerikan büyükelçisi deprem bölgesinde bölgemize intikal ettik, sayın valim de hatırlarlar. Düzce’de sayın valimiz, rahatsızmış gelemedi, rahatsızlığı nedeniyle Düzce’de yok, bir telefon, Adnan oğlum, öyle hitap ederdi, Amerikan büyükelçisi bölgemde, hemen evsahipliği yap. Efendim bana mı düştü? Sana düştü. Ben dedim İngilizce bilmem, o Türkçe bilmez, İngilizce bilsem de ben Amerikalıyla İngilizce konuşmam, Türkiye’ye gelmişse Türkçe konuşacak benimle. Ben Fevzi Çakmak’ın o felsefesinde gelmekteyim, öyle yetiştim. Amerikalı da ne konuşacaksa Türkçe konuşacak. Ben Türkçe konuştum, o İngilizce konuştu anlaşamadık, toplantı bitti arkadaşlar, yakama bir Türk-Amerikan Asamblesi rozeti takmaya kalktı. Benim çok zoruma gitti. Ben dedim kendi bayrağımdan başka bayrak takmam. Akşam haberlerde Düzce’de skandal, Kanal D, Show TV’de Skandal: Bayındırlık Müdürü’nün Sebep Olduğu Skandal. Telefonlarım kilitlendi. Cep telefonlarım, resmi telefonlar, özel telefonlar hepsi kilitlendi. Ne yapıyorsun müdür? Dedim ki dedem de takmamıştı ben de takmam başkasının bayrağını, kendi bayrağım bana mukaddes emanettir, ondan başka bayrak takılamaz, öyle mi dedi, öyle. Bu bayrak skandalı böyle geçti. Arkasından CNN TÜRK’te bir canlı yayın yaptık, iddialı konuşmalarım vardır, bundan dolayı başım belaya girer, bunun arkasından Savaş Ay denen bir arkadaşımız geldi, herkes tanır, deprem hatıralarını anlatıyoruz ya, paket yayını yapıyor, paket yayın olmaz canlı yayının varsa varım dedim, bakandan izin aldı, bakan da “ya canlı yayın ya yok” dedi, izin vermedi, katılmadım ama bizim deprem çalışmalarımızda… Japonya’da Kobe depreminden artan malzemeler yurdumuza, ülkemize geldi. Çöplükte yer bulamadılar, bizim buraya gönderdiler. Arkadaşlar çok önemli konu. Prefabrik alanları kuruyoruz, bir tane mühendisin maaşı 12 bin dolar, 4 tane mühendis var, 48 bin dolar maaş ödüyoruz bunlara. Ayda 48 bin dolar. Tercümanlarla beraber 60 bin dolar. Ben ayda 60 bin dolara Düzce’yi yeniden kurarım. Bu Japon mühendislere, bunlar bize lazım değil dedim, ortalık ayağa kalktı, kalksın varsın, bu vatana bin tane Adnan Cumhur feda olsun. Hayırlı akşamlar diliyorum.
Mehmet Tuncer: Böyle heyecanlı konuşmalar akşamın bu saatinde iyi oluyor. Şimdi bizim öğrencilerimiz, kendime biraz pay çıkarayım, dün bütün gün katıldılar, bugün de öğrenci seçimlerimiz nedeniyle öğlene kadar katıldılar, bu yüzden bundan sonra yoklar. Önemli bir konuya değindiniz, 1984 planını çöpe atacağız, yeni bir Bolu planı yapacağız, bu da bence çok önemli, bunun taraftarıyım, her zaman söylüyoruz, eski plan artık güncelliğini yitirmiştir. Yeni ve çağdaş bir plan yapmak lazım ve ekolojik bir plan yapmak lazım, çevreye duyarlı bir plan yapmak lazım, depreme duyarlı bir plan yapmak lazım. Son iki konuşma, zaman da çok çabuk geçiyor aslında, Durmuş Bey 10 dakika ile sınırlandırırsam kusura bakmazsınız umarım.
Durmuş: Ben yine kaldığım yerden devam edeceğim. Kriz merkezinde görevlendirildikten sonra çadırkentler oluşturuldu demiştim. Çadırkentler oluşturulurken sadece kamu arazileri seçilmedi, çünkü yakın alanlar seçildi, insanları sosyal amaçlı şeylerden koparmamak için, biraz daha yakın alan seçildi, yakın alanlarda sadece kamu arazisi bulmak zordu bu nedenle özel şahıslara ait arazilere de el konuldu ve buralarda çadırkentler oluşturuldu. Çok kısa sürede oluşturuldu bu çadırkentler ve 12 alanda 3951 çadırkent kuruldu ve 15 bin kişi barındırıldı buralarda, sadece çadırkentlerde. Çadırkentlerde kalanlara baktığımızda, orta hasarlı, ağır hasarlı ve hafif hasarlıların yanında evi hasar görmeyenlere de mümkün olduğu ölçüde çadırkent verildi. Fakat bazı çadırkentler kurulduktan sonra vatandaşlarımızın buralara yerleştirilmesinde bazı sorunlar yaşandı. Evinin yanına kendi imkanlarıyla barınma yeri olarak inşa edilen kişiler çadırkentlere ilk öncelerde pek gitmeyi istemediler. Bu tabii kriz merkezi çalışanlarını zor durumda bırakıyordu çünkü buralara hizmet götürülmesi gerekiyordu, değişik alanlarda birden fazla olan alanlara hizmet götürmek düzenli çadırkentlere göre daha zordu. Bu nedenle biz insanlarımızın düzenli çadırkentlerde, banyosu olan, tuvaleti olan, yerlere taşınmaları konusunda ısrarlı olduk ve belli şeylerden sonra buralara taşınıldı. Öğrencilerimiz bu konuda düşünüldü, öğrencilerimiz için de ayrıca çadırkentler oluşturuldu. Bu arada tabii çadırkentler oluşturulurken bir yandan da hasar tespit raporları düzenleniyordu, hak sahiplikleri belirleniyordu. Vatandaşlara hak sahipliği konusunda iki türlü imkan sağlandı, barınma amaçlı olarak. Birincisi, orta hasarlı binalarda oturanlarımıza dediler ki ya prefabrikte oturacaksın biz sana geçici barınma süresi içinde gıda yardımı, barınma yardımı yapacağız ya da ayda 100 bin lira gibi bir para vereceğiz size, 15 ay boyunca ödendi bu, siz bu tercihi kendiniz yapın dendi. Bu tercih yapılırken de bir taraftan da prefabrik oluşturulmaya, orta hasarlı ve ağır hasarlı binalar için prefabrikler oluşturulmaya başlandı. Prefabrikler oluşturulurken kişileri biz hak sahipliği, artık kimler oturabileceğini artık tek tek kayıt altına aldık. Düzenli şekillerde prefabriklere yerleştirildi. Prefabriklere yetiştirirken yine üniversitemizin özellikle öğrencilerinin açıkta kalmaması için kriz merkezi olarak özel bir önem gösterdik. Öğrencilere şimdi hatırladığım kadarıyla, 17 bin öğrenci vardı, üniversiteden kayıtlarını almıştık biz, 17 bin öğrencinin daha önce ne kadarının evlerde kaldığını, ne kadarının yurtlarda kaldığına ilişkin varsayımdan hareketle o gün belirli rakamlar çıkarttık. Bizim ne kadar öğrenciye prefabrik sağlamamız gerekir diye. 4 kişiye bir prefabrik sağlarsak eğer, bizim elimizde boş kalan prefabrikleri öğrencilere verebileceğimiz gibi bir durum çıktı ve tabii öğrencilerimizi halkın arasında direkt vermek de zordu. Bu nedenle belli bölgeler ayırarak, öğrencilerimize özellikle Dağkent bölgesinde, Dağkent 1 ve 2’de, öğrenci arkadaşlarımıza 4 kişiye bir tane prefabrik vermek kaydıyla onların da barınma imkanlarını sağlamış olduk diye düşünüyorum. Tabii belki zorluklarımız, imkan sağlayamadığımız kişiler olmuştur ama bizim amacımız onları dışarıda bırakmak değil, tamamen o imkanları onlara sunabilmekti. Bunları sunarken karşımıza bir sürü zorluk çıktı. Boş kalan prefabriklere vatandaşlar yerleştikten sonra vatandaşlarımız bunlara biz daha önce depolama sistemi olarak kurduğumuz arçelik depolarından artık düzenli gıda yardımı yapmaya başladık. Çadırkentlerde de devam etti bu. Tabii gıda yardımı yapmak da başlı başına bir sorun çünkü gelen gıdalar ve yardım malzemeleri bize ulaşırken çok düzenli şekilde ulaşmıyor. Herkes, her kurum veya illerden gelen malzemeler koli halinde geliyor, koliyi açıyorsunuz içinden gıda da çıkıyor, giyim eşyası da çıkıyor. Bunları depolarda tasnif edilmesi, tasniften sonra dağıtım için organize edilmesi, dağıtılacak koliler haline getirilmesi ayrıca bir sorundu. Detayına girmek istemiyorum ama bu sorunlar karşısında Bolumuz başardı diye düşünüyorum. Depremin ilk günlerinde afetzede ve depremzede belgesi adı altında vatandaşımıza belge vermek istedik çünkü insanlarımızın talepleri vardı, il dışına gideceklerdi, dediler ki bize il dışında yardımcı olunabilmesi için “bu depremi yaşamıştır veya depremde evi şöyle zarar görmüştür” şeklinde belge istediler. Hasar raporları bitmediği için biz bu belgeyi vermekte biraz zorlandık. Ama kaymakamımız dedi ki ben dedi bunun altına imza atarım, insanlar burada depremi yaşadılar diye. Kişilerin adreslerini de aldıktan sonra bu belgeleri vermek istedik fakat bu bizim karşımıza öyle bir sorun olarak çıktı ki 80 bin nüfuslu ilimizde bu belgeyi almayan hiç kalmadı ve başlı başına bir iş oldu. Bizim özellikle bir sivil savunma müdürümüzü bir iki ay boyunca bununla görevlendirdik, hatta bu öyle devam etti ki 7-8 yıl sonra bile insanlar kriz merkezine gelip afetzede belgesi almak istiyorum deyip bu belgeyi almak isteyenler çıktı. Hasarlı binaların tespiti yapılırken de sorunlar çıktı, şöyle ki barınma amaçlı olarak insanlarımızı hak sahibi yapacaktık ve onlara prefabrik verecektik. Fakat kişi oturduğu evin adresini istediğimizde oraya kayıt edilmediğini, orta hasarlı bina olarak Bayındırlık Müdürlüğü tespitini yaptı ama o tespit içerisinde hak sahibi olarak görülen kişinin ismi yok diyelim ki Bahçelievler mahallesi 14 numaranın dört nolu dairesinde oturan kişinin oraya ismi yazılmamış. Fakat ben burada oturuyordum diye iddia ediyor. Kişiyi hak sahibi yapabilmek için oraya o ismin yazılması lazım. Bu da kriz merkezine büyük bir yük getirdi. Yaklaşık 3000 kişinin ismini tek tek tespit yaparak verdik çünkü burada büyük bir sorumluluk da vardı, eğer o tespiti yanlış yaparsanız hakkı olmayan insana 1,5 milyar lira para gibi ya da bir buçuk yıl ya da daha uzun süre prefabrikten yararlanma hakkı ve dolayısıyla gıda yardımı hakkı alacaktı. Bunlar yapılırken de çok titiz çalışıldığına inanıyorum ve ekliyorum. Diyorum ki bundan sonra böyle bir olay karşısında eğer hasar tespitleri yapılırken, vatandaşlarımıza da çok iş düşüyor, hasar tespit elemanları geldiğinde orada oturanların çok doğru yazılması veya yazdırılması gerektiğini düşünüyorum. Kaldırılan enkazlar Çevre Bakanlığı’nın talimatları doğrultusunda yapıldı. Enkaz döküm alanları belirli kişilerce seçildi, biz mümkün olduğu kadar, o alanları kullanmaya çalıştık, tabii kaçak enkaz alanları belki nadiren de olsa döküm oldu ama esas alanlarımız bizim belliydi. En son alanımız da Karaköy’ün o dere kenarında çok geniş bir alanı kullandık ve ilginç olduğu için anlattım bunu enkazlar dökülürken kriz merkezine bir şikayet geldi. Dediler ki kriz merkezinin enkaz döküm alanında bir makine sürekli enkazlardan demir ayıklıyor. Biz hemen gittik oraya, kendim gittim özellikle, baktım bir makine çalışıyor, hangi firma dedim, tanımadığım bir firmanın, peki bunu kazmaya iznin var mı dedim, var dedi. Bakayım belgenize dedim, Tarım Müdürlüğü’nün burası tarım alanı değildir diye bir yazısı sadece belge diye dediği. Dedim ki böyle izin olmaz, bunu sizin kriz merkezinden almanız gerekir, buraların sorumluluğu kriz merkezinde. Ve kriz merkezine giderek iş makinesinin durdurulması için jandarmamızı bilgilendirdik, iş makinesi durdu ve orayı biz o ara tabii mal sahibi geldi, o şirketin sahibi, niçin durdunuz bizi, dedik böyle bir yerde kazı yapmanız sizin yasak. Ben dedi Düzce, Adapazarı ve Kocaeli’de bütün bu enkazları kazdım, benim karşıma şu ana kadar hiçbir kimse çıkmamıştı. Kriz merkezinde, burada siz dedi karşımıza çıktınız, niçin bu? Dedim bunu ihale edip almanız gerekir, bedava bu şeyi parayı kazanamazsınız, Bayındırlık Müdürlüğümüzün elemanlarıyla bir muammen bedel tespiti yaptırdık, işte enkaz betonunun kaç metreküpünde ne kadar demir olduğu varsayımından hareketle ve orayı ihale ettik. Yaklaşık 40 milyara yakın, iki kere ihale ettik, kriz merkezine girdi sağladık. Bütçe imkanları daha acil yardım süresi daha tam dolmadan, valimiz hatırlarlar, Bayındırlık Bakanlığı dedi ki artık şeyi kapatıyorum dedi ve paranın tamamını koordinatör valiliğe biz de teslim ettik, elimizdeki paraları da Ankara’ya ve Afet işlerine devrettik. Fakat bir taraftan kriz merkezi devam ediyordu, boş prefabrikler vardı, talan edilen yerler vardı, hemen kriz merkezi olarak dedik ki talan edilen bu yerler için bir de hak sahipliğini kazanamayan ama evinde de oturamıyor, korkusu var, bana diyor ki boş olan prefabrikleri kiraya verin diye binlerce insan müracaat ediyor. Dilekçeleri alıyoruz biz ama daha henüz işleme başlamadık, artık dedik ki bunlara en son değerlendirme takip kuruluna götürerek bu öneriyi, çok cüzi, 15 lira gibi bir parayla öncelikle dışarıdan gelenlere, sonra da öğrencilere ve ihtiyacı olan halka diye, boş olan prefabrikleri sadece, hak sahiplerininkileri değil, kiraya verelim dedik. Daha sonra bu kira da değil, katılım payı karşılığında idi. Ve buralardan çok güzel bir çalışmayla, kriz merkezi çalışmasıyla, kriz merkezinin kendi kendisini döndürmesini sağlayacak ve kriz merkezinde kalıcı konutlara şimdi yapılan sağlık ocağı da bir tanesi olmak üzere, çok güzel yatırımlar yapıldı bu topladığımız cüzi paralarla. Hatta tıp fakültemize de 40 milyar civarında bir yardımı vardı yine aynı toplanan paradan. Daha bunları sayabilirim, bir sürü vardı çünkü böyle. Ben o zaman kısaca toparlamak istiyorum. Bizim 34 yıllık bir memuriyet hayatımız ve 22 yılı sivil savunmada geçti. Şunu diyebilirim şunların sonunda ve çalıştığım kriz merkezleri sonunda. Fert ve toplum olarak afet öncesi hazırlık ve planlama konusunda pek duyarlı değiliz. Bunu çalışmalarımda bil fiil yaşadığım için söylüyorum. Ancak olay olduktan sonra bütün hayatımızı da riske atarak çalışmalara katıldığımızı da ayrıca söylüyorum. Muhakkak katılıyoruz, canı gönülden katılıyoruz. Eğer bunu bir de ön hazırlık yaparak yaparsak dünyada üzerimize olacağını zannetmiyorum. Böyle bir toplum olacağını. Sonuç olarak diyorum ki afete hazırlık ve acil kurtarmanın beklemeye tahammülü yoktur diyorum. Hepinize teşekkür ediyorum.

Prof.Dr.Mehmet TUNCER

Efendim çok teşekkür ediyoruz. Çok değerli çalışmalar hakikaten o dönemden günümüze kadar süren çalışmalar için teşekkür ediyoruz.

Yüksel Ceylan

İmar planıyla ilgili çok söylediniz de. Zemin etüt çalışmalarını tamamladıktan sonra deprem nedeniyle tapu kadastro genel müdürlüğüne giderek Bolu’nun ulusal koordinat sistemine alınması için bir talebimiz oldu. Sağolsun o zaman ki fotogratik (?) daire başkanı geç de olsa talebimizi karşıladı. Bolu ulusal koordinat sistemine de bağlandı. Ancak Bolu Belediye’sinin imar planının revizyonu için iller bankasına gittiğimizde depremin artık son noktalarına gelinmişti. Kaynak yetersizliğinden bu revizyonu gerçekleştiremedik. Ama bu konuda ısrarla iller bankasında çok talebimiz oldu. Bizde yeni çalışmalar başlatmıştık. Kendi kaynaklarımızla da yaptıramadık. İller bankasına o dönemde en az 10 defa talebimiz oldu. O zamanki bakandan da talebimiz oldu. Bir türlü imar planının revizyonunu gerçekleştiremedik. Onu da belirtmek istiyorum, hala daha gerçekleşmediyse o zaman benim pek günahım kalmamış.

Prof. Dr. Mehmet Tuncer

Gerçekleşmediğini biliyoruz. Bu konuda iller bankası başlıca kurum fakat belediye kendi gücüyle ve etap etap kurabilir. Bayındırlık iskan müdürlüğünün de desteğiyle il özel idaresinin yetkileri var bu konuda. Evet Cahit bey size geçelim.

Cahit Çıngı İMO Başkanı

Uzun geçen iki gün sonunda son konuşmacı olmak biraz zor, ben süremi daha da az kullanmayı düşünüyorum. İki günde yeteri kadar teknik konulara girildi ben konuşmalar arasında açılması gereken bir iki konuyu anlatayım. Sayın başkan, yapı denetimlerle ilgili sayının arttırılması gerekir dedi, şimdiki yapı denetim yasası geçen yılın Şubat ayında uygulama yönetmeliği olarak bir revizyondan geçti. Bu uygulamayla da bir yapı denetim firması maksimum 360 bin m2 lik bir denetim yapabiliyor. O da bir önceki elindeki ruhsatı aldığı işi bitirinceye kadar elindeki stok birikti 360 bin m2’ye geldi, yeni bir denetim alamıyor. Ama bir başka işin kabulünü yapıp iskanını aldı. O metrekaresinden düşüyor gene tekrar iş alabiliyor. Bunun da uygulaması Bolu’da şöyle oldu. Bir önceki yıla bakıldı. 800 bin m2 in üzerindeydi, iki yapı denetim firmamız vardı, 360 binden 720 bin m2 yapıyordu. 7200 m2 yi geçtiği için üçüncü yapı denetim firmasının açılması uygun görüldü. Bir yapı denetim firması daha açıldı. Şu anda Bolu’da 3 yapı denetim firması faaliyette bulunuyor. Daha önce de sakıncalı olan bir şey vardı. Ankara’da kurulmuş bir yapı denetim firması Bolu’da şube açabiliyordu. Bunu da çok düşük bir personelle götürüyordu. İşleri yapıyor görünüyordu ama gerekli bir faydası olduğunu ben de düşünmüyorum. Bu şube şeyi kaldırıldı. Onların üzerindeki kurulan binalar da, devam eden inşaatlar da bir aşama içerisinde süre verildi. O süre içerisinde diğer yapı denetim kuruluşlarına sevk edildi. Ayrıca bu denetim firmalarında bir mimar ve mühendis kontrol elemanın 30000 m2 ye kadar denetim yetkisi var, maksimum olarak. 30000m2 geçtikten sonra o yapı denetim firması bir başka mimar veya mühendis çalıştırmakla yükümlü onun için yapı denetim firmalarımızda epey görevli mühendis arkadaşımız var. Ama bu işin gerçeği de bu işi daha çok genç mühendis arkadaşlarımız yükleniyorlar. Her ne kadar sayı 5-10 civarındaysa da pratikte genç mühendis arkadaşlarımız götürüyor onu da biliyoruz. Zamanla gene bir revizyona ihtiyaç olur diye düşünüyorum. Bir makine mühendisi 60 bin m2 bir inşaatın denetiminde görev alabiliyor maksimum. Elektrik mühendisi de 120 bin m2 gibi bir kontrol yetkisi var. Siz değindiniz önemli bir konuydu, ne yazık ki inşaat sektöründe eğitimli eleman ihtiyacımız maksimum düzeyde ben işin pratiğinde olan sorunları yaşayan biri olarak ifade ediyorum. Eğitimli eleman bulmakta büyük bir sıkıntı çekiyoruz. Demirci, harçcı, alt formen düzeyinde de olsa, elektrik teknisyeni bu tür eleman ihtiyacımız var. Okullarda okuyan genç arkadaşlarımız da bu branşları bitirse dahi bu alanda görev almak istemiyorlar herkes masa başı işi benimsiyor. Beyaz yakalı olmak istiyor. Ama ifade edeyim ki o bakmadıkları alan ekonomik anlamda çok daha cazip yaşam standartları onu yapan arkadaşların çalıştığımız arkadaşların kendileri istediği ölçüde epey üst seviyede diyebiliriz ama ne yazık ki ya gençlerimiz özendirilmiyor. Meslek liseleri tercih edilmiyor medyaya yansıdı ama daha geniş bir kampanyayla tüm alanlarda belki ahşap sektöründe elektrik sektöründe diğer şeylerde sanayiye gittiğimizde motor olsun, kaynakçı olsun tüm sanayi kuruluşlarının yetişmiş eleman ihtiyacı var. Bu konunun bir şekilde devlet politikası olarak ya özendirilmesi ya da zorunlu hale getirilmesi kapasite kullanımıyla belki öğrencilerin ortaokul aşamasında, ilkokul bitirdikten sonra zorunlu bir yönlendiriş olabilir bilmiyorum. Çözüm üretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kalıcı konutları bahsettik Bolu için önemliydi. Zemin etüdü çalışmaları uygun şekilde yapılarak inşa edildi. Onun da ötesinde yapım aşamasında bazı aksaklıklar olduğu doğrudur. Yan tretuarlar çöktü, alçılar da bazı sorunlar yaşandı ama bu kadar kısa sürede yapılan binada bu tür sorunlarla karşılaşılıyor. Tüm bunlar birazcık doğal karşılanıyor. Zaman içerisinde çözüm üretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Bolu o yönden bir ilkti. Hızlı bir uygulamayla arkasından bir takım sorunlar getirilmesi de doğaldır. Ama kalıcı konutlar Bolu insanı için bir yaşam tarzı oluşturdu. Bir yaşam standardı belirledi bir örnek oluşturdu. Onun için binaların yapımı Bolu için çok önemliydi. Ben son söz olarak iki günün sonunda yapacak epey işimiz var. Onun için sallanmaya vakit yok diyorum.


Kaynak : Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Ulusal Deprem Sempozyumu (11-12 Kasım 2009)Kitabı.

No comments: