Tuesday, October 6, 2015

KARA TREN




KARA TREN


1964-65-66 yıllarında Muş’tan İstanbul’a kalabalık sayılabilecek bir ailenin en güvenli ve en ekonomik ulaşımını sağlayan “Kara Tren” di. 
Kara Tren deyip geçmeyin, dönemin en konforlu ve en rahat seyahatleri bu güvenli araç ile yapılırdı. Tabii İstanbul’a Tatvan’dan binip 3 gün 3 gece gitmeyi göze alırsanızJ 

İstanbul’daki anneannem (ninem) ve dedemi yaz tatillerinde ziyaretimiz için başkaca bir araç da yoktu, otobüsler sigara içildiği ve çok kaza olduğundan tercih edilmezdi..



Kızkardeşimiz sevgili Seval’in Aralık 1965’de doğumu ile bizim için zaten doğuda kaldığımız yıllarda alışılmış bir eğlence keyif aracı olan Kara Tren ile seyahatlerimiz daha da gerekli hale geldi.. 
Ailemize katılan 4. çocuk  olan Seval’in ilk yaz seyahatinde rahat etmesi için gerekli her türlü önlem alındı kompartımanda.. Daha önceleri deneyimli olduğumuzdan, hangi istasyonda duruluyor, nereden yiyecek, nereden ekmek alınacak, su nereden temin edilecek, tuvalete yakın kompartımanın faydaları vb biliniyordu..

Muş, Tatvan’dan binilen bir akşam üzeri “Doğu Ekspresi” nin heybetli lokomotifi oflaya puflaya hareket etti.. Kompartımanda Seval’i sallamak için hemen bir salıncak kuruldu, trenin ışıkları yanar yanmaz biz küçükler özlediğimiz yatakları hemen yapması için babama yalvarmaya başladık.. 

-Çok daha sonraları 1992 – 2000 arasındaki İstanbul’da Mimar sinan Üniversitesi’ndeki her sene iki kez katıldığım Kentsel Tasarım” ve “Koruma” Kologyumlarına daima yataklı tek kişilik konforlu odalarda gitmek benim çocukluktan kalma Kara tren sevdamın sürmesidir..:)


Yatakların kompartımanda iki taraflı indirilmesi ve kilitlenmesi ancak babamla annemin yapabileceği, benim de ayak altında dolaşarak yardımcı olmaya çalıştığım bir seremoniydi.. 

Yatakların en üstünde genellikle babam yatardı, inmesi en zor yerdi ve merdivenden düşmemek gerekliydi:)  Adamcağız nasıl olsa sıkıntıya alışkın diye onu yukarı gönderirdik.. Ben de karşısındaki üst kotlarda kalırdım abi olarak.. 

Aşağıya doğru yaş sırasıyla Meral, Zühal -ki o zamanlar 3-4 yaşındaydı ve anneme en yakın olması gerekiyordu- ve kompartımanda en küçük ziyaretçi, ortalığı ağlamasıyla çınlatan Seval iki yatak arasına kurulan salıncakta sefa sürüyordu..

Trenin hareketi ile annemin hazırladığı köfteler, börekler, dolmalar,  babamın aldığı simitler, tazecik sıcak ekmekler (yaşadığımız Karaağıl köyünde yoktu, Tatvan’dan alınırdı binmeden), meyveler çıkarılır, küçücük açılan masada sıralanırdı.. Adeta bir kokteyl gibi herkes tabaklarına alır, pencere kenarında oturma kavgası ve itişmesi yaşanırdı..

Hava kararında Kara Trenin çıkardığı  “kartal pendik gittik geldik” tıkırtısı ve arada çaldığı uzun düdüğü bizlere ninni gibi gelir, herkes çarşafını yastığını alıp uyumaya koyulurdu.. 
Ancak, bebeğin katılımı nedense gece uykularımızı bölüyor, annem komşular (!) rahatsız olmasın diye sürekli meme veriyor, sütünü eksik etmiyor, altını değiştiriyor, babam mecburen dışarı gidip geliyor, tuvaleti gelenler vb.. 

Kompartımanda bir curcuna yaşanıyor, ama gene de o güzel sallantı uykumuzu getiriyor, dalıyoruz, zaman zaman neredeyiz acaba diye bakıyoruz zifiri karanlıkta dışarı, biraz pencereyi aralayınca duman ve is gözümüzü yakıyor, kömür kokusu içeri doluyor. 

Gündüz hava güzel olunca pencereyi açıyor, hep birlikte dışarı sarkıyor yarı belimize kadar, dışarıdan içeri taş atılacak korkusu olmadan dağları, ormanları ovaları seyrediyorduk..



Hareket halindeki trenin kompartımanda herkes bir şeyler okurken ya da yerken aniden ışıklarının kararması endişe vericidir, trenin yeknesak gürültüsü o an daha da belirginleşir.. .

Kartal pendik gittik geldik, Kartal pendik gittik geldik, Kartal pendik gittik geldik, Kartal pendik gittik geldik, Kartal pendik gittik geldik,.............................



Birinci günün sabahı, öğleyin, akşam, güzel seyahatten dolayı sevinci ve mutluyuz, doğunun engin dağları ovaları köyleri, durduğumuz yerlerde “GAZTEEEE, GAZTEE” diye bağıran çocukların haykırışları, içeri girip simit satanlar, şişe suyu satanlar, mısır satanlar, gözleme bazlama satanlar, tren henüz kokmamış, içerisi tuvaletler henüz dolmamış, batmamış, kokmamış:)

Babam istasyonları anlatıyor, dağları, kasabaları söylüyor, hiçbiri tabii kalmamış aklımızda.. Sadece bazı yerlerde hala karın yerde kaldığını, bazı yerlerde baharın iyice geldiğini, çiçeklerin açtığını görüyor ve hatırlıyorum..Bembeyaz dağlar, upuzun karlı ovalar..Harika manzaralar Dr. Jivago gibi..

İkinci gün artık koridorlarda dolaşılmaz olmuş, bazı ara istasyonlarda binen köylüler indiklerinde arkalarında garip kokular bırakıyor.. Tuvaletler kirlenmiş girilmesi zor, Allahtan lazımlık var kompartımanda, çocuklar için bunların boşaltılması da bazen bana verilen görev:)

Annem ilk ve ikinci gecenin uykusuzluğu ile sararmış, solmuş, gece Seval’in emziği kaybolmuş, ara tara yok yok! ikinci gece kompartımandaki bir deliğin önünde bulundu meğer yere düştüğünde bir fındık faresinin oyuncağı olmuş:)

Düüüüüüüüüü…üüüüüü…..üüüüüüüt. Düüüüüüüüüü…üüüüüü…..üüüüüüüt..

Kara Tren genellikle hemzemin olan geçitlere yaklaşırken uzun uzun çalardı düdüğünü, kıvrılarak geçerken dağlardan bazen yavaşlar, çekişi düşerdi.. hatta bir keresinde tren kaymış, arkasındaki uzun vagon sırasını çekemez olmuş, patinaj yapmaya başlamış, demir raylardan ateşler çıkmıştı sürtünmeden.. 

Belki de üç-dört saat beklemiştik dağ başında, yakın bir istasyondan  gönderilen bir başka lokomotif eklenmiş de öylece yola koyulabilmiştik.. Sonraları kara tren yerine gürül gürül ses çıkaran motorlu lokomotif de eklenmişti ve böylece pencereleri isten gözümüz yanmadan, yüzümüz kararmadan açar olmuştuk rahatlıkla..


Tünelleri saymak yolculuk boyunca yaptığımız en keyifli işlerdendi... Tatvan-İstanbul arasında 99 tünel vardı (100 değil nedense hatırlamıyorum) .. Yüzlerce demir köprü ve beton köprüden geçerdik, tünele girdiğimizde pencereler içeri kurum, is, duman dolmasın diye hemen kapatılırdı, ışıklar yanardı, neşeli kahkahalar kaplardı içerisini.. Seval bile severdi sanırım ışıkların yanmasını..

Çok az da olsa  su doldurmak için bazen yarım saatten fazla durakladığımız ana istasyonlarda babamla aşağı iner, en yakın çeşmeye koştururduk, aklımız içeridekilerde, kalbim çarparak.. Ya treni kaçırırsak!’

Bazen aşağıya inmenin nedeni taze birkaç ekmek, simit, pide , meyve almak amacıylaydı, o zaman tabii trenden birçok kişi indiğinden sıra olunur, bazen sıra gelmeden makinist düdüğünü çalar, acele dönmek zorunda kalınırdı Kara Trene..


İstasyonların mimarisi daha o zamanlarda bile dikkatimi çekerdi, genellikle birbirine benzerlerdi, ama büyük şehirlerdekiler bir farklıydı.. Genellikle iki jandarma nöbet tutardı önünde ve bir özel şapkalı ve elinde ışıklı işaret aracı olan görevli gecenin karanlığında kırmızı sarı ışıklar saçardı.. 

Bu görüntü, istasyonların ışıkları sanki sihirli bir dünyaya götürürdü bizi sisler içinde..Bir keresinde Ankara’dan geçerken Zühal tepeler üzerindeki evlerin karanlıktaki ışıklarını görmüş ve şaşkınlıkla haykırarak “aaa evleri gökyüzüne yapmışlar” demişti:)







Trende en güzel eğlencelerden biri koridorda koşturmak ve bazen yanlış kompartımana dalmak pahasına başka vagonlara geçmekti.. Vagon sonundaki oturacak açılan tek kişilik yere oturulur, oradaki dümen gibi bir aleti çevirir vagonun öbürlerinden ayrılmasını beklerdik, Allahtan hiçbir şey olmazdı:) 

Bazen de geceyarısı yanlışlıkla kompartımanın kapısı zorlanır, açılmaya çalışılırdı, yolunu kaybetmiş çocuklar var çevrede diye düşünürdüm..Babam kapıyı kitler, bizi koruması altına alır, korkacak bir şey olmadığını söylerdi..

Üçüncü günün ortalarına doğru İstanbul’a yakın istasyonlar başlar ve işte KARTAL, işte PENDİK ve nihayet muhteşem güzelim binası ile HAYDARPAŞA’ya yorgun argın varılırdı.. 

Az sonra kavuşacağımız nene ve dedenin özlemini içimizde hissederek..Ve o özlemlere şimdilerde başka özlemler eklenerek o güzelim Kara Trene hala binmek isterim..

Anne ve babamı sevgi ve rahmetle anıyorum ve o güzel günleri arıyorum..



Mehmet Tunçer ANILAR 2 / 15 Eylül 2013 Ankara
(Babamızın kaybından sonra kaleme alınmıştır)

No comments: