Saturday, January 21, 2017

KENTSEL KÜLTÜR MİRASI’NIN KORUNMASI : SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (DEVAMLILIĞIN SAĞLANMASI) VE KORUMA BAĞLAMINDA POLİTİKALAR


Antalya 1963 Yılında Korunmuş Bir Küçük Şehirdi


“KENTSEL KÜLTÜR MİRASI’NIN KORUNMASI : SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (DEVAMLILIĞIN SAĞLANMASI) VE KORUMA BAĞLAMINDA  POLİTİKALAR [1]

Dr. Mehmet TUNÇER (*)

13 Nisan 1999, İstanbul, Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Kentsel Koruma ve Yenileme Disiplin Grubu tarafından düzenlenen, “7. KENTSEL KORUMA-YENİLEME ve UYGULAMALAR SEMİNERİ”, “KENTSEL KÜLTÜR MİRASININ KOLLANMASI ve DEĞERE KONMASINDA YENİ GELİŞMELER ve KAVRAMLAR” başlığı altında sunulmuştur.


GİRİŞ

Türkiye, binlerce yıllık bir geçmişe dayanan zengin uygarlıkların yaşadığı bir ülke olarak insanlığın ortak kültürel mirasının korunması konusunda, evrensel sorumlulukları yüksek olan ülkelerin başında gelmektedir. Kültür mirasının korunmasındaki önemi sadece geçmiş değerlerimizi gelecek kuşaklara tanıtabilmek amacıyla sınırlandırılamaz. Geçmiş birikimin geleceğin yaratılmasında en önemli kaynak olarak değerlendirilmesi yaşamsal bir zorunluluktur. Kişilikli bir toplum olarak gelişebilmek için ulusların kültürel kimliklerini yeni yaşam çevreleriyle entegre etmeleri önem kazanmaktadır.
Mimarlıkta ve şehircilikte ulusal ve tarihsel değerleri dikkate almadan gerçekleştirilen modern oluşumlar toplumda yabancılaşmayı süratlendirmektedir. Farklı kültürlerin kültürel mirasını, aynı dikkat ve saygınlık içinde korumak, globalleşen dünyada barış ve kardeşlik duygularının kökleşmesini sağlayacak , hem de farklı kültürlerin birbirlerine olan etkileşimi ile zengin ve çok renkli bir kültür mozağinin gelişmesinde itici bir güç oluşturacaktır.
Ülkemizde bu güne kadar 2425 adet arkeolojik sit, 269 adet doğal sit, 146 adet kentsel sit, 17 adet tarihi sit olmak üzere 2857 adet sit alanı ile 44406 adet korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı tescil edilmiştir.
1970’li yıllardan beri uluslararası platformlarda  yoğunlaşarak sürdürülen çabalarda ülkemiz de yerini almıştır. UNESCO’ ya üye ülkelerle birlikte ülkemizin de 1983 yılında benimsediği “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi” hükümlerine göre taraf devletler toprakları dahilindeki kültür  ve doğa varlıklarının korunmasını garanti altına almışlardır.
Ülkemizden de; Pamukkale, Göreme, Kapadokya, İstanbul, Boğazköy, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Patara ve Divriği Ulu Camii/Darüşşifası evrensel kültür mirası olarak “Dünya Kültürel Miras Listesi’ne” alınmıştır. Avrupa Konseyi ülkeleri ile 1985 yılında imzalanan “Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi” halen yürürlüktedir[2]. “Akdeniz’in Kirletilmesine Karşı Korunması (Barselona) Sözleşmesi” gereğince de  Akdeniz’de ortak öneme sahip 100 tarihi sitin içinde ülkemizden de 17 adet sit korumaya alınmıştır.


    Ankara Hacı Bayram ve Çevresi Tarihi Dokusu 1930'larda


I. ÜLKEMİZDE TARİHSEL VE KÜLTÜREL ÇEVRE’ NİN KORUNMASINA İLİŞKİN GÜNCEL POLİTİKALAR, UYGULAMALAR VE SORUNLAR

“Benim gözlem ve yargılarım doğru ise, ortadoks koruma öğretisinin gösterdiği yöntemlerle Türkiye’de özellikle kentsel koruma olanaksızdır. Kenarda köşedeki cılız, tesadüfi uygulamaları örnek gösterip kendimizi aldatmamalıyız. Antalya limanı, Soğukçeşme Sokağı ya da Safranbolu’da korunmadan saklanan bir yöre, İstanbul’un, İzmir’in, Kütahya’nın, Kayseri’nin, Urfa’nın, Erzurum’un, Gaziantep’in, Konya’nın, Antakya’nın ve sayısız kent ve kasabanın yok edildiğini unutturamaz..”

Prof. Doğan KUBAN

Sayın Kuban’ın da belirttiği gibi, Türkiye’de günümüze kadar sürdürülen tarihsel ve kültürel çevre koruma politikalarının başarılı olduğunu söylemek olası değildir. Özellikle 1950 sonrası yaşanan kırsal alandan kentlere yaşanan göç ve hızlı kentleşme, 1980 sonrası ikinci konut ve turizm amaçlı kıyı yağması ile, 1990 sonrası Doğu ve Güney - Doğu Anadolu Bölgesinden  güvenlik ve ekonomik nedenlerle göç olgusu kentlerin yüzlerce hatta binlerce yılda oluşmuş dengelerini alt üst etmiştir. Kentlerin önce varoşlarında başlayan yasal olmayan yapılaşma (gecekondu), giderek imar aflarıyla kentleri bir kanser gibi sarmış ve günümüzdeki başlıca kentsel sorunlardan biri haline gelmiştir.
Kentlerin hızlı büyümesiyle, tarihsel kent dokularında ve tarihsel kent merkezleri üzerinde aşağıda özetlenen olgular ortaya çıkmıştır;

·      “İmar” adı altında geleneksel dokuya uyumsuz yol açma, imar haklarını arttırma vb koruma hedefi olmayan, hatta tamamen yıkıp ortadan kaldırmayı amaçlayan planlamalar yapılması,
·      Bu planlar doğrultusunda, spekülasyon amaçlı olarak kentlerde geleneksel kent dokularının yıkılarak yerine dokuya aykırı taban alanları ve yükseklikler ile çevreye uyumsuz yeni yapılaşmalar oluşturulması,
·      Koruma kararı verilmesi ile eski plan uygulamalarının durdurulması,  ancak korumaya yönelik  planlama ve uygulama çalışmalarının  yetersizliği nedeniyle geleneksel dokularda ve tarihsel kent merkezlerinde bakımsızlık, korunamama, köhneleşme, terk edilme ve çöküntü bölgesine dönüşme olgusu,
·      Giderek aşırı yapı ve nüfus yoğunlaşması nedeniyle oluşan ulaşım ve otopark sorunları,
·      Mülk sahiplerinin geleneksel dokuları terk etmesi ile bu alanlarda oluşan sosyal dönüşüm, gecekondulaşma ve sosyal çöküntü bölgesi niteliği.

Yukarıda saptanan sorunlar yöreden yöreye nitelik değiştirmekle birlikte genel sorunlar olarak gözlenmektedir. Kentlerin göç alma hızı, gelişme potansiyelleri, geleneksel dokunun niteliği (yapı malzemesi ve dokunun yeni gelişen kent kesimleri ile olan ilişkileri) turizm potansiyeli ve yerel yönetimlerin yaklaşımları her kentte tarihsel ve kültürel çevrenin korunmasını farklı kılmaktadır. 2863 sayılı yasa uyarınca “Koruma Amaçlı Planların” Belediyeler tarafından yapılması gerekmektedir. Ancak, gerekli görüldüğünde Belediyeler Kültür Bakanlığı’ndan teknik ve parasal yardım alabilmektedir.  Bazı kentlerde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya vb) koruma amaçlı planlama çalışmaları, yerel yönetimlerin kendi bünyelerinde oluşturdukları birimler aracılığı ile yapılmış ve halen yapılmaktadır. Bu planlama çalışmaları esnasında, yerel yönetimler, teknik yönden yetersiz oldukları için, ihale etme ya da proje yarışması açarak, koruma amaçlı planları ve projeleri elde etmektedirler.

Yarışmalara örnek olarak aşağıdakiler verilebilir;



·       Ankara / Ulus Tarihsel Kent Merkezi Koruma Geliştirme Proje Yarışması
(Ankara Büyük Şehir Belediyesi),

·       Ankara Kalesi Koruma Geliştirme İmar Planı Proje Yarışması (Altındağ 
Belediyesi / Kültür Bakanlığı),

·       Antalya / Kale kapısı Düzenleme Yarışması,

·       Gaziantep Hanlar Bölgesi Kentsel Tasarım Yarışması.

Kültür Bakanlığı, 1970’lerin başından bu yana (1710 Sayılı Eski Eserler Yasası ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası) geleneksel dokularda ve arkeolojik alanlarda saptama, belgeleme (tesbit ve tescil) ve sit alanlarının sınırlarını belirlemek işlevini sürdürmektedir.
Bu alanların planlanmasına ilişkin çabalar birkaç özel örnek dışında (Kapadokya, Pamukkale, Göreme vb) 1980’lerin sonuna kadar etkin olamamıştır.
1980’lerin sonunda Kültür Bakanlığı geç de olsa büyük bir atılım yapmış, yasa ile Yerel Yönetimlere bırakılmış olan koruma amaçlı planlama çalışmalarını (ihale yöntemi ile) başlatmıştır.

Bu ihaleler ile yapımı tamamlanmış ve halen sürmekte olan projeler bulunmaktadır. Ancak bu projelerin tamamlanması çok uzun sürmekte, bazıları da Belediye ya da müellif tarafından dava konusu edilmektedir.  Tarihsel çevre koruma alanlarının bir kısmı da Özel Çevre Koruma Alanı sınırları içine alındığından (Patara, Xanthos, Pamukkale, Dalyan, Göcek vb) çok başlı bir planlama ve uygulama yönetimi söz konusudur. 



Bu nedenle, bu alanlarda planlama yapma ve yaptırma yetkisi Çevre Bakanlığına bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu’nda, bu alanlarda yer alan arkeolojik ve kentsel sit alanlarında yapılacak uygulamaya ilişkin onama yetkisi de Kültür Bakanlığı ile özerk olduğu varsayılan (!) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Bölge Kurullarındadır. Bu iki kurum arasındaki çatışmaya yörenin esas sahibi olan yerel yönetimler (valilik, belediyeler, köy tüzel kişilikleri) de katılınca ortaya içinden çıkılması güç bir karmaşa çıkmaktadır. Koruma amaçlı planın kimin tarafından yapılacağı, kimin tarafından onanacağı ve hangi etabın kim tarafından uygulanacağı hakkında sonu gelmez yazışmalar ve tartışmalar yapılmaktadır. Buna en güzel örnek Pamukkale ve Patara’daki güncel uygulamalardır. Bu örneklerin her birinin detayda incelenmesi koruma politikalarının günümüzdeki acıklı hatta trajik komik durumunu ortaya koymaktadır.
Sorunlar bununla da bitmemektedir. Bir kurumun yaptığını öbürü beğenmemekte, koruma alanları yaz boz tahtasına dönmektedir. Böylece zaten kısıtlı olan kaynaklar da heba edilmektedir.

II. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA KAVRAMI,  AMAÇ VE NİTELİĞİ

 “Sürdürülebilir Kalkınma” [3] olarak tanımlanan kavram; insanoğlunun evriminin en son aşaması olan sanayileşme sürecinin başlangıcından bu yana, insan-ekolojik çevre ilişkilerinde hakim olan yaklaşımların yarattığı sorunların bilincine varılması ile oluşmuştur.
Kalkınmış ülkelerde daha yoğun olarak ortaya çıkan çevre sorunlarının boyutları giderek büyümüş ve doğanın bir parçası olan insanın kendi varlığını tehdit eder hale gelmiştir. Üretim ve tüketim alışkanlıklarının, şimdiye kadar sonsuz olarak nitelendirilen  doğal kaynakların da günün birinde tükenebileceği anlaşılmış, üretim boyutlarının düşünülemeyecek kadar artması ile, çevreye bırakılan katı ve sıvı atıkların boyutları doğanın kendi kendine temizleme ve yok etme kapasitesini, yer yer çevreyi yok edecek boyutlarda aşmıştır.
Aşırı nüfus artışı ile kaynak kullanımı ve tüketim, beraberinde çevre tükenmesi ve kirlilik getirmektedir.
Sürdürülebilir Kalkınma kavramı, her ne pahasına olursa olsun kalkınma kavramına bir seçenek olarak, günümüzün ve geleceğin kuşaklarının doğanın sunduğu olanakları tüketmeden ve kirletmeden kullanıp, kaynakları geliştirerek ve tükenmesi olası kaynakların yerine doğada daha bol bulunanları kullanarak (ikame ederek) gelişme ve refah düzeyini arttırmayı  amaçlamaktadır.
Sadece bugünü düşünen bir anlayıştan uzaklaşıp, daha uzun bir perspektif içinde dengeyi aramak olarak da tanımlanabilir.
Bizden sonraki kuşakların haklarını ve olanaklarını tüketmemek ve eğer tüketiyorsak, ikame ederek yeniden yaratarak, onlara bazı kaynakları bırakabilmek gereklidir. Çevre koruması, önce insanlığın ortak değerlerinin  korunmasıdır [4].
“Sürdürülebilir Kalkınma” süreci, çevre koşullarının iyileştirilmesi için, daha iyi anlaşılan ve uygulanan bir kavrama dönüştürülmesi gereklidir.
Bu kavramın benimsenmesi ile, Türkiye’nin zengin kültürel mirası ve değerli doğal kaynaklarını koruyacak etkin ve çevresel açıdan sağlıklı politikalar oluşacaktır [5] .
“Sürdürülebilir Kalkınma“; Ortak Geleceğimiz Raporu’nda açıklanan içeriğiyle “gelişimin sürdürülebilirliği” anlamında bir terimdir.
Norveç eski Başbakanı Gro Harlem BRUNDLAND başkanlığındaki “Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu” na pek çok ülkeden, bilim adamı, diplomat, hukukçu gibi çeşitli disiplinlere mensup kişiler katılmış ve bu Komisyon üç yıl gibi uzun bir süre çalışarak 1987 yılı Nisan ayında “Ortak Geleceğimiz/ Our Common Future” adı verilen raporu hazırlamıştır.
Bu raporda; sağlıksız ekonomik etkinliklerle çevresel bozulma arasındaki ilişki vurgulanmakta; çevresel bozulmanın ekonomik ilerleme için ödenmesi gereken geçici bir bedel olduğu yolundaki eski görüş kesinlikle reddedilmektedir. Rapor, genelde kalkınmanın ve insanlığın sahip olduğu  kaynaklarla ilişkisinin “sürdürülebilir” olması yaklaşımıyla ülkelerin içinde bulunduğu global sorunların irdelemiş ve bu arada kalkınmanın ana girdilerinden biri olan enerjinin çevre ve ekonomi ile olan etkileşimini açıklamaya çalışmıştır.
Rapor, “kaynak kullanımı” nın, gelecekteki yatırımlarla teknolojik gelişmenin yönlendirilmesi ve kurumsal değişimin, bugünün olduğu kadar, geleceğin ihtiyaçları ile de tutarlı bir duruma getirilmesi için bir değişim süreci” olarak tanımladığı “SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA” ‘ya yönelik politikalar önermektedir.
Komisyon, kalkınmanın çevresel ihtiyaçlara uyumlu ekonomik etkinliklere dayalı olması gereğini önemle vurgulamıştır [6] .
Sürdürülebilir Gelişme; ”... kaynakların kullanımı, yatırımların yönlendirilmesi, teknolojik ve gelişmenin yönünün seçilmesi ve kurumsal değişikliklerin hep uyum içinde ve insanlığın bugünkü ve gelecekteki ihtiyaç ve beklentilerini karşılama potansiyelini zenginleştirici olmalıdır” [7] .
“Sürdürülebilir Kalkınma”, kısa dönemde daha yavaş kalkınma, daha yavaş sanayileşme, çevreye zarar vermeyecek bir kalkınmanın getireceği ekstra maliyetleri yüklenmek anlamına gelebilir [8] .
Sürdürülebilir Kalkınma modeli, ekonomik ve sosyal politikalara doğal kaynakların yönetimini, tarihsel ve doğal varlıkların korunması olgusunun kalkınmayı nesiller boyu sürekli kılabilecek şekilde entegre edilmesi anlamına gelmektedir. Bu modele kısaca “Çevre ile Uyumlu Kalkınma” ya da “ Eko-Kalkınma” da denilebilir.
Birleşmiş Milletlerin çevre alanında başlatmış olduğu ilk ve en önemli faaliyet, 1982 yılında örgütün genel kurulunun 32/197 sayılı kararı ile UNEP koordinatörlüğündeki “Sistem Çapında Orta Vadeli Çevre Programı” dır. Bu programın genel mantığı, UNEP kaynaklarının verimli bir şekilde kullanımının, çalışmalara parçacı yaklaşımla değil, özellikle öncelikli alanlarda sınırlı kaynakların akılcı kullanımı ile hareket etmektir.
“World Watch Enstitüsü” , “1998 Yılında Dünya’ nın Durumu” adlı yayını ile dünyanın ekolojik açıdan yeniden denge durumuna getirilmesi için neler yapılması gerektiği üzerinde durmuştur. Bu rapora göre; doğal dengenin yeniden kurulabilmesi için acil olarak alınması gerekli olan önlemler aşağıdadır:

·       Nüfus artışının yavaşlatılması,
·       Üst toprak erozyonunun  önlenmesi,
·       Dünya çapında ağaçlandırma,
·       Enerji tüketiminde israfın önlenmesi ve verimliliğin arttırılması,
·       Yenilenebilir enerji kaynak ve çeşitlerinin araştırılması, geliştirilmesi ve yoğun bir biçimde kullanılması,
·       Üçüncü Dünya Ülkelerinin dış borçlarının çözüme kavuşturulması.
   
Kaynakları şimdiye kadar hızlı sanayileşmeyle tüketen ülkelerin zengin Batı                                             toplumları olduğu ve uluslararası, bölgeler arası ve nesiller arası eşitliğin sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarının çevre yatırımlarına yöneltilmesi de bir çözüm yolu olarak önerilmektedir.
1982 Anayasası 56. Maddesine göre, çevreyi geliştirme çabası bulunmadan, daha iyi çevre koşulları sağlamadan çevreyi korumaya çalışmak, gelişmeyi engelleyici, durağan bir çevreciliğe yol açabilir. Bu nedenle madde, çevrenin korunması  ve geliştirilmesini birlikte düzenlemiştir.
Çevreyi  korumak, geliştirmek, kirlenme ve tahribini önlemek hem devlete hem de yurttaşlara düşen bir ödevdir.
V. Beş Yıllık Kalkınma Programları’nda çevre sorunlarına ilişkin ayrı bir bölüm yer almıştır. Bu bölümde sürdürülebilirlik açısından belirtilen ilke ve politikalar aşağıda özetlenmiştir [9] .
·       Çevre konusunda temel yaklaşım sadece mevcut kirliliğin ortadan kaldırılması, olası kirliliklerin engellenmesi değil, kaynakların gelecek nesillerin de yararlanabileceği en iyi şekilde kullanması, muhafazası ve geliştirilmesi, bu ilkenin doğal kaynakların kullanılmasında göz önünde bulundurulması,
·       Yatırımların projelendirme, ön izin, tesis izni, üretim aşamalarında çevre faktörünün “sistematik” olarak değerlendirilmesi  ve atıkların denetlenmesi,
·       Yatırım kararlarında çevre sorunlarının “planlama” aşamasında ele alınması,
·       Çevre sorunları konusunda ar-ge çalışmalarının sürdürülmesi yer almaktadır.

 “Ortak Geleceğimiz” Raporunun en belirgin etkileri VI. Beş Yıllık Plan’ın çevre politikaları üzerinde görülmektedir. Bu planın çevre politikası, 2000 yılı ve ötesi çevre perspektifi raporunun önerilerinin büyük bir kısmı ile paralellik taşımaktadır. ”Sürdürülebilir Kalkınma” ilkesinin en önemli ögeleri olan doğal kaynakların rasyonel kullanımı, sektörel kararlara çevre politikasının dahil edilmesi ve koordinasyonu gibi konular VI. Plan hedeflere dahil edilmiş, bu amaçları gerçekleştirmek için çevre sektörü özel ihtisas komisyonları oluşturulmuştur.
VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda ; “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramına dayanan, insan sağlığını ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya olanak verecek şekilde doğal kaynakların yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere, insana yakışır bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakmak temel ilkedir.”  ibaresi konulmuştur.  
Bütün planlama aşamalarında çevre boyutunun göz önünde tutulması çevre bilincinin geliştirilmesi, havza boyutunda doğal kaynak yönetimi, çevre verilerinin bir merkezde toplanması, çevresel denetim izleme ağının oluşturulması, kıyı alanlarının yönetimine ilişkin bir “master plan” hazırlanması gibi hususlar, Altıncı Plan’ın çevreye ilişkin en önemli ilke ve politikalardır. Ancak, tarihsel ve kültürel çevrelerin sürdürülebilirlik kavramı çerçevesindeki önemi bu çalışmalarda yer almamıştır.
Sürdürülebilirlik Yönünden VI. Beş Yılık Kalkınma Planı’nda  da ele alınan enerji üretim ve tüketim yapısının çevresel etkilerini belirleyici, uluslararası politika ve stratejilere uyumlu olan, ülke genelinde ve tesis özelinde alınacak önlemleri oluşturan, altyapı, koordinasyon ve destek faaliyetlerinin kapsayan uygulanabilir programlar gerçekleştirilmesi hedef alınmıştır.
“Çevre Sorunları” bölümünde; olası çevre bozulmalarının önceden tahmin edilerek gerekli önlemlerin kirlilik oluşmadan alınacağı, bütün ekonomik politikalarda çevre boyutunun dikkate alınması esas tutulmuştur. Aynı kapsamda Plan, insan sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak, sürekli bir ekonomik kullanmaya olanak verecek şekilde doğal kaynakların yönetiminin sağlanması ve gelecek nesillere insana yakışır bir doğal, fiziki ve sosyal çevre bırakmayı temel ilke edinmiştir.
Çevre kararlarında, yetkinin yerel yönetimlere kaydırılması ve gönüllü kuruluşların desteklenmesi önerisi de VI. Plan hedeflerinde bulunan, aynı zamanda Çevre Müsteşarlığı Kararnamesi ile yasallaşan önerilerden biridir [10].
Ayrıca, kamu yatırımlarında çevreye ayrılan payda 1990 yılından itibaren büyük artış sağlanmıştır [11] . Çevresel bozulmanın, çeşitli ve karmaşık nedenleri vardır ve bunlardan çoğu ekonomik sistemin çevresel bozulmanın bedelini hesaba katmada ve çevre ile doğal kaynakların korunması için gerekli teşvikleri sağlamadaki başarısızlığından kaynaklanmaktadır.
Kaynak kullanımını doğal yenilenmeye olanak verecek bir düzeye indirmek amacıyla daha çok çaba harcanmazsa kaynak tüketimi ekonomik büyümeyi ciddi bir biçimde sınırlayabilir[12]. Kaynaklar topluma gerçek maliyetlerini yansıtan düzeylerde fiyatlandırıldıklarında, korunmaları ve verimli kullanılmaları da güç kazanacaktır.
“Sürdürülebilir Kalkınma”, şu andaki mevcut doğal kaynakların korunması olarak anlaşılmamalıdır. Kalkınma sürdükçe, bunu sağlayan doğal kaynak bileşiminde de değişmeler beklenmelidir. Fiziki ve beşeri sermayeye yapılan yatırımların değeri, kullanılan doğal kaynakların değerine en az eşit olmalıdır ki, kalkınma sürdürülebilir olsun [13]. “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı gelecek kuşakları akla getirmektedir. Taşınmaz Kültür varlıklarının da gelecek kuşaklar açısından önem taşıdığı tartışılmaz bir gerçektir. Kültür varlığı kaynaklarının bugün tüketilmesi, çevrenin bugün kirletilmesi yarınki kuşaklara karşı haksızlık olarak nitelendirilmektedir [14] .
Sürdürülebilir kalkınmanın sürekliliği ile, ormanların sürekliliği hemen hemen eş anlamlı bir duruma gelmektedir. Çevreye zarar vermede en önemli nedenler, enerji elde edilmesi ve nüfus artışı olarak kabul edilebilir. Kaynaklar değersiz gibi hızla tüketilmemelidir.
“Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı yeni gelişmekte olan bir kavram olup, henüz teorik temelleri net ve açık bir şekilde belirlenmiş değildir. Bu temellerin belirlenme çabaları bu kavramı sık sık çevre kavramı ile birlikte anılmaya yönlendirmektedir. Ancak, doğal çevre yanı sıra insan yapısı çevrenin de bu kavramda büyük önemi olduğu açıktır.



III. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK FİKRİ ÇERÇEVESİNDE TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARI’NIN KORUNMASINA YÖNELİK POLİTİKA ÖNERİLERİ

Bu bildirinin amacı; sürdürülebilirlik ana fikri çerçevesinde taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına yönelik politika önerileri geliştirmektir. Bu öneriler aşağıda sunulmaktadır:

III.1. 1990’LARIN SONUNDA GENEL GÖRÜNÜM ve ÖNERİLER  [15]

Ülkemizde, kalkınmış ülkeler düzeyinde kent planlaması ve uygulaması olmadığı gibi, tarihi çevrenin korunması konusunda da bu ülkeler ölçüsünde çevre, tek yapı ve anıtsal yapı ölçeklerinde koruma uygulaması yapılamamaktadır

·      Tarihsel/kültürel varlıkların ve çevrelerin korunmasındaki yetersizliğin (başarısızlığın?) kökeninde, sosyal ve ekonomik nedenlerin yanı sıra, ülkemizin gerçeklerine uygun, belirgin bir tarihsel çevre koruma politikası bulunmaması yatmaktadır.
·      Tarihsel çevrelerin korunmasına ilişkin yasal ve yönetsel düzenlemelerle her ne kadar merkezi ve yerel yönetimlere belirli görev ve yetkiler verilmişse de, bu görev ve yetkilerin yeterince etkin kullanılabildiğini söylemek mümkün değildir.
·      Tarihsel kent dokularının korunmasına, geliştirilmesine ve değere konmasına ilişkin yerel ve merkezi yönetime ilişkin politikalar, zaman içinde sürekli olarak değişmektedir. Bu değişme, genellikle geleneksel kent dokularının aleyhine olan karar ve uygulamalara neden olmaktadır.
·      Koruma konusundaki yasal/yönetsel çerçevenin karmaşıklığı ve sık sık değiştirilmesi politika kararsızlığının en belirgin göstergesidir. Bu karmaşıklık içinde yeterli düzeyde koruma amaçlı planlamalar ve uygulamalar yapılamamakta, tarihsel çevrelerde spekülatif kazançlar kolaylıkla elde edilebilmektedir.

Sonuç olarak; 1990’lı yılların sonunda, ülkemizde yeterli düzeyde tarihsel çevre koruma politikasının bulunmayışı, hızlı kentleşme ile birleştiğinde bu çevreler hızla yok olmaktadır.

Bu yok oluşun nedenleri arasında;
·      Korumanın amaç ve niteliğine politik düzeyde henüz tam olarak karar verilmemiş olması,
·      Birbirini izleyen siyasal iktidarların tarihsel çevre koruma konusunda değişik yaklaşımlara ve ideolojilere sahip bulunması,
·      Yasalardaki yetersizlik ve dağınıklık,
·      Parasal kaynak yetersizliği,
·      Çeşitli merkezi yönetim kuruluşlarının kendi aralarında ve yerel yönetimlerle olan yetki kargaşası,
·      “Sürdürülebilirlik” kavramı ile kentsel koruma arasındaki ilişkinin yeterince anlaşılamamış oluşu,
·      Halkın tarihsel çevrelerin koruma/ıslah ve geliştirme amaçlı olarak planlanması ve uygulamasına katılımının  sağlanmayışı, tersine negatif katılımın[16] bulunması, tarihi çevre korumasında ekonomik etkenlerin ve kentsel toprak rantının  yeterince dikkate alınmayışı yatmaktadır.

SONUÇ I. “Sürdürülebilir Kalkınma” için uygulanabilir tarihsel çevre koruma politikaları oluşturulabilmesi için, Ulusal Fiziki Planlama politikaları yeterince saptanmamış ve kalkınma planlarına fiziksel bir boyut katılmamıştır.

·      I.1.  “Sürdürülebilir Kalkınma” için bölgesel, alt bölgesel ve yerel ölçeklerde tarihsel  çevre koruma ve değere koyma politikalarını yönlendirmek üzere; bu doğrultuda hazırlanmış ülkesel, bölgesel ve çevre düzeni planlarına sahip olmak gerekir. Bunun için, tarihsel çevrenin akılcı ve etkin korunmasını ve kullanımını öngören kararların alınmasına elverişli bir ortam geliştirilmelidir.

·      I.2. Ülke ölçeğinde tarihsel (ve de doğal) kaynak kullanımını içeren ve kentleşme ve sanayileşmeyle bütünleşen politikalar; bölgelere, metropolitan ölçekteki kentlere, kentlere ve kırsal yörelere kadar inen bir dizi stratejik ulusal (ekonomik, fizik, sosyal, kültürel, eğitimsel vb.) planlama kararları ile desteklenerek geliştirilmelidir.

SONUÇ II. Özellikle 1950 sonrasında izlenen kentleşme politikaları (ya da politikasızlığı), doğal ve tarih kaynakların erozyonuna ve giderek yok olmasına neden olmaktadır. Kentleşme sürecinde gözlenen metropolitenleşme, bir yandan gelişme ve sanayileşmeyi, öte yandan da, çevre kirliliğini (hava, su, toprak), kaynak yetersizliğini ve tükenmesini, tarihi çevrenin bozulmasını ve zaman içinde yok olmasını beraberinde getirmektedir.

·      II.1. Sürdürülebilir kalkınma fikri çerçevesinde, kentsel politikalar yeniden ele alınmalı, doğal çevre ile uyumlu, tüketime yönelik olmayan, kirletmeyen, tarihsel ve kültürel çevreyi koruyup geliştirmeyi amaçlayan yeni politikalar dizisi oluşturulmalıdır.

SONUÇ III. Ülkede nüfus artış oranı gelişmiş ülkelerden çok daha fazladır. Ayrıca kentleşme oranının yüksek olduğu kentlerde nüfus artış oranı, ülke düzeyinin de üstündedir. Gerek bu nedenler, gerekse kentleşme ve sanayileşmenin aynı düzeyde olmaması; işsizliğin artmasına, gecekondulaşmaya, kentlerin ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan gelişmemesine, ya da çarpık gelişmesine yol açmaktadır.

·      III.1. Sürdürülebilir Kalkınma İçin tarihsel çevre koruma politikaları nüfus artışı ve göç olgusu dikkate alınarak, var olan politikalar bu amaç doğrultusunda değiştirilerek geliştirilmelidir.

SONUÇ IV. “Sürdürülebilir Kalkınma” için, tarihsel ve kültürel değerlerin iyileştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik politikalar bulunmamaktadır. Geçmiş kültürün gelecek kuşaklara aktarılması kaygısının yanı sıra, korumanın ekonomik boyutuna yeterince örnek verilmemektedir.

·      IV.1. Kentsel Koruma (sit) Alanları; özellikle kentleşme hızı yüksek olan
kentlerimizde daha hızlı bir şekilde yok olmaktadır.
·      Kentsel Koruma Alanları’nın sürekli olarak daraltılması,
·      Envanterden (tescil) düşme,
·      Kent merkezi çevresindeki arazilerin üstündeki binalardan daha değerli
olması nedeniyle çok katlı yapılaşma istemleri;
·      Bu alanlardaki yapıların eski, dayanıksız, ve günün konfor koşullarına
     uyumsuz oluşu, onarımın zor ve pahalı olması,

gibi nedenler tarihi ve kültürel önemi olan ve aynı zamanda bir yapı stoku olarak değerlendirilmesi gereken kent dokularının zaman içinde yıkılmasına ve kent kimliğine aykırı yapıların yapılmasına neden olmaktadır.

·      IV.2. Tarihsel kent dokularındaki geleneksel konutlar, günümüze kadar ulaşan  kültür varlıklarımız olduğu kadar, konut açığının giderilmesinde “konut stoğu” nun da bir parçasıdır. Sürdürülebilir kalkınma kapsamında, sistemsiz ve parça parça değil, tutumlu ve bilinçli bir gelişimin hedeflenmesi, varolan kaynakların değerlendirilmesi ve geliştirilmesi gerekli olduğundan; plancı, mimar ve restorasyon uzmanlarına düşen görev, etkin bir kampanya ile bu kent parçalarının vakit yitirilmeden ele alınması, çevre ve yapı olarak iyileştirme, sıhhileştirme ve koruma uygulamalarının yapılması için yerel ve merkezi yönetime destek olunmasıdır.

SONUÇ V. Sürdürülebilir kalkınma için tarihsel çevreyi korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan Kentsel Toprak Politikaları geliştirilmelidir:

·      V.1. Ülkemizde, sürdürülebilir kalkınma için tarihi çevreyi koruma ve geliştirmeyi amaçlayan, akılcı, verimliliği gözeten, vurgunculuğu (spekülasyon) önlemeye ve kentsel rantın kamu yararına kullanılmasına amaçlayan birkentsel toprak politikası” bulunmamaktadır.

·      V.2. Sürdürülebilir kalkınma kavramı çerçevesinde, doğal, tarihi, kültürel, sosyal ve ekonomik vb. her türlü kaynağın korunması, geliştirilmesi ancak bu doğrultuda planlama ile olabilir.

·      V.3. Ülkemizin kentleşmesinde, bütün önemli kentsel sorunların kaynağını oluşturan “kent toprakları” konusu önem kazanmıştır. Arsa spekülasyonu ve yık-yap-satçı düzeninin sürdürülebilir kalkınma için ne kadar büyük bir engel olduğu, aşırı kaynak tüketimine yol açtığı, önlenebilmesi için ne yapmak gerektiğine ilişkin öneriler geliştirilmelidir.

Henüz teknik ve ekonomik ömrü dolmadan tek katlı, iki katlı hatta 4-5 katlı yapılardan oluşmuş semtleri yıkıp, (Ankara Bahçelievler Mahallesi örneği) sadece arsa sahibine ve yık-yap-satçıya rant sağlama arzusundan kaynaklanan bir güdüyle yenilerini yapmak, büyük yerel ve toplumsal kayıplara, doğal kaynak, milli servet ve emek savurganlığına neden olmaktadır.                    

·      Yeniden yapılaşan bu alanların alt yapılarının yenilenmesi (yetersiz hale gelen kanalizasyon, su, doğalgaz, tele-iletişim vb. tesisatının yenilenmesi),
·      Yol, otopark, okul, yeşil alan vb. donatı gereksinimlerinin karşılanması,
·      Yoğunluk artışı ile oluşan çevre kirliliği ve psikolojik sorunlar,

sosyal ve ekonomik olarak çok pahalı bir kentleşme süreci yaşadığımızı ve gelecek kuşaklar için korunması gerekli kaynakları savurganca harcamakta olduğumuzu göstermektedir.

Kentleşme hızına bağlı olan ve kentsel toprak rantının kamuya değil, kişilere, (spekülatörlere) gitmesine yol açan yık-yap-satçı kentsel yenileme (daha doğrusu yıkım) mutlaka önlenmelidir.

Ankara’da Kızılay’ın 30 yıl içersinde üç kez yıkılıp yapılması, Bahçelievlerin sadece adının kalmasına yol açan uygulamalar, bütün kentlerde merkezden dışarı doğru rantın artışa bağlı olarak sürmektedir.
Kentlerimiz sürekli yıkım, inşaat, altyapı çalışmaları vb. uygulamalarla gün geçtikçe daha yaşanmaz hale gelmek, geleneksel dokularını yok ederek, kimliğini yitirmektedir.      
   
SONUÇ VI.  Sürdürülebilir kalkınma için tarihsel çevreyi korumayı ve
geliştirmeyi  amaçlayan yerel ve merkezi yönetim politikaları oluşturulmalıdır.

·      VI.1. Merkezi yönetim birimleri (başta Kültür Bakanlığı) korumayı gerçekleştirecek şekilde yeterince etkin bir tarzda örgütlenmemiştir. Merkezi Yönetim ilgili kurumlarının yaklaşımları genellikle teknik olmakla birlikte, hakim olan politikalar zaman zaman etken olmaktadır ve bu da tarihi kent dokularının tahribatına yol açmaktadır.
·      Planlamaya ilişkin yaklaşımlar; planların değişimi, koruma amaçlı planın yapılması ve uğradığı değişiklikler bakanlar ve genel müdürlerin izledikleri politikalara göre değişmektedir.
·      Uygulamaya ilişkin yaklaşımlar; yapılan veya yapılmayan uygulamalar, korunan yada yıkılan yapı / yapı grupları merkezi ve yerel politikalar ile yakından ilgilidir.
·      Mali yaklaşımlar; korumanın ekonomik boyutu, mali güç yada güçsüzlük ve parasal çerçeveye ilişkin gelişmeler Bakanların, Genel Müdürlerin ya da Belediye Başkanlarının saptadıkları önceliklere bağlı olarak değişmektedir.

SONUÇ VII.  Yerel Yönetimler de kentsel korumayı  ve değere koymayı gerçekleştirecek  şekilde yeterince etkin olarak örgütlenememiştir. Tarihsel çevrenin korunması ve değere konması konusunda,  Yerel Yönetimlerin de yaklaşımları genellikle yerel politikalara bağımlıdır,  bu da tarihi kent dokularının tahribatına yol açmaktadır.

·      Merkezi ve yerel yönetimler tarafından alınan kararların tarihsel gelişim süreci içinde değerlendirilmesi, (sit alanı ilanı, daraltılması, tescil kararları, tescilden düşme, yeni yapılaşma izinleri, yıkım izinleri vb.) ve bu kararlara yönelik öneriler bu sonucu ortaya çıkarmaktadır.

SONUÇ VIII. Yerel ve merkezi yönetimin değişken kararlarına karşı, etkili koruma uygulaması yapılamamasına yerel halkın tepkisi ve negatif katılım olgusu bulunmaktadır.


III.2. SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ, YORUMLANMASI VE ÖNERİLER 
        GELİŞTİRİLMESİ

·      Ülkemizdeki hızlı nüfus artışı ve kentleşme, kırdan kente göç olgusu, kentlerin plansız büyümesi ve arsa spekülasyonu kentin korunması gerekli konut dokusu üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkiler yapmaktadır. Genellikle kent merkezlerinde yer alan tarihsel kent merkezleri ve geleneksel kent dokuları, kentin hızlı büyümesi, yoğunluk artışı ve çok katlı olarak yıkılıp yapılaşmalardan etkilenmekte, geleneksel kent dokuları tüm çabalara ve yasal sınırlamalara rağmen giderek yok olmaktadır.

·      Geleneksel kent dokusu ölçeğinde, koruma olgusunun ülkemizde gecikerek ele alınması, İstanbul, Bursa, Edirne, İzmir, Kayseri, Konya vb. gibi pek çok kentimizin kent kimliklerinin ve etkileyici görünümlerinin  kaybolmasına neden olmuştur. Gecikerek de olsa, 1980’lerden sonra korumaya yönelik planlama ve projelendirme çalışmaları yaygınlaşmıştır. 2863 Sayılı Yasa ile, bu konudaki bazı yetkilerin yerel yönetimlere verilmesi sonrasında ise, bir çok yerel yönetim kendi kentlerine sahip çıkmaya başlamış, koruma amaçlı planlama çalışmalarına girişmişlerdir.

·      Bu çalışmaların yeterli olduğunu söylemek pek de olası değildir. Ancak, turizmin de etkisi ile belirli bir tarihsel çevre koruma bilincinin oluştuğu söylenebilir. En azından turizmin yoğun olarak yaşandığı yörelerde tek yapı onarımları ve yer yer çevre düzenleme çalışmaları ile belirli bir aşama kaydetmiş olunduğu söylenebilir. Kültür Bakanlığı’nın, ancak 1990’ların başından itibaren koruma amaçlı planlama çalışmalarını ihale yöntemi ile başlatması ne kadar gecikmiş olunduğunun bir göstergesidir. Önemli olan koruma amaçlı planlar yapmak değil, onun uygulanmasına yönelik bir takım kurumsal (organizasyonel) ve parasal önlemleri almak ve uygulamaktır.

·      Kültür Bakanlığı’nın sürekli değişken politik kararlara bağımlı bu günkü yapısı ile korumanın etkin olarak gerçekleşebileceğini düşünmek pek olası değildir. Ne yazık ki, Koruma Kurul üyelerini görevden alarak, başka yerlere sürerek, ya da sürekli olarak yerlerine “Bilimsel Koruma” konusunda bilgisiz ve uzmanlaşmamış kişileri atayarak oluşturulmakta olan bir “KAOS” ortamında, yakıp yıkmak isteyenleri, spekülatörleri koruyan kararların yaygınlaştığı gözlenmektedir.

·      Tüm bu sorunlar ve nedenleri göz önünde bulundurularak “Sürdürülebilir Kentsel Koruma Politikaları” olarak nitelendirilen aşağıdaki öneriler  geliştirilmiştir :

III.2.1. YASAL POLİTİKA ÖNERİLERİ

1.   Koruma konusunda yasalardaki ve örgütsel yapıdaki çok başlılık ve yetki kargaşası mutlaka önlenmelidir. “Sürdürülebilirlik” ilkesi doğrultusunda yetki ve sorumluluk dağılımı yeniden gözden geçirilerek tek bir “Kent ve Çevre Koruma Yasası” oluşturulmalıdır.

2.   Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın 1997 yılına kadar geliştirdiği ve geleneksel kent dokularını birer konut dokusu / stoku olarak gören yaklaşımı ile hazırlanan “Yönetmelik” bir an önce gerçekleştirilmelidir.

3.    “3194 Sayılı İmar Yasası ve Yönetmeliklerinin” yeni bir yapı kontrol sistemi ve afetlere karşı dayanıklılık sağlayacak önlemleri içermek üzere yapılmakta olan revizyon çalışmalarında,  hazırlanmış bulunan “İmar Hakları Aktarımı (İHA) Yönetmeliği” nin bir an evvel kentsel sit alanlarında da uygulanması sağlanmalıdır. Bu doğrultuda koruma amaçlı plan çalışmasından önce kazanılmış ve tapuya tescil edilmiş olan imar haklarının düzenlenecek “İmar Hakları Sertifikaları” ile kentsel koruma alanları dışına transferi (rant transferi) sağlanmalıdır.

4.   “İmar Yasası 18. Madde uygulamasının (Hamur Kuralı)” kentsel koruma (sit) alanlarında yatayda ve dikeyde gerçekleştirilmesi ile, önemli taşınmaz kültür varlıklarının ve alanların kamu eline bedelsiz geçmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla İmar Yasası’nda yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

III.2.2. SOSYAL ve EKONOMİK POLİTİKA ÖNERİLERİ

1.   Tarihsel çevreler, geleneksel konut dokuları, “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı doğrultusunda sadece taşınmaz kültürel varlıkları olarak değil, birer “Konut Stoku”, çevresel bir değer olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir. Bu doğrultuda, sadece kentsel koruma değil, sağlıklaştırma ve yenilemeyi de içeren planlama ve projelendirme çalışmaları yapılmalıdır.

2.   Yerel Yönetimlere (Belediyeler) teknik ve parasal destek arttırılarak ve
yaptıkları hizmetler denetlenerek yerinde koruma ve geliştirme politikaları
uygulanmalıdır.

3. Korumanın temelde ekonomik bir olgu olduğu gözetilerek, yapısını onarmak
 isteyenlere teknik ve parasal yardım mekanizmaları oluşturulmalıdır.
 Geleneksel yapı stoklarının sağlıklaştırılması amacı ile hızlı ve etkin işleyen
 destek fonları kurulmalıdır.

III.2.3. KURUMSAL POLİTİKA ÖNERİLERİ

1.   Kültür Bakanlığı’nın bu günkü bürokratik, ağır işleyen, sorun çıkaran,  teknik olarak yetersiz niteliği mutlaka iyileştirilmelidir. Politikalara (Bakan’a, Müsteşar’a,  ya da Genel Müdür’e) göre günden güne değişen politikalar yerine uzun vadeli, ülke kaynaklarını ve önceliklerine göre saptanan politikalar oluşturulup uygulamaya konmalıdır.
2.   Kültür Bakanlığı’nın yerel birimleri olan Koruma Kurulları ve Büro Müdürlükleri günümüzdeki edilgen, sorunları çözemeyen, korumayı geciktiren yapılarından kurtarılarak, etkin, teknik ve parasal donanımlı, aktif mekanizmalar haline getirilmelidir. Kurul Üyelikleri günümüzdeki ciddi ve bilimsel olmayan olmayan, güncel politika doğrultusunda sürekli değişken yapısından kurtarılmalı, sürekliliği olan, bağımsız, açık ve bilimsel bir niteliğe kavuşturulmalıdır.  

3. Yerel Yönetimlerin (Belediyeler) kültür varlıklarının korunmasına yöneliik
olarak özerk, yetkili ve etkin birimler oluşturmaları sağlanmalıdır.

4. Yörede yaşayan halkı tarihsel çevre konusunda bilgilendirmek ve
 bilinçlendirmek, halkı ve sivil toplum kuruluşlarının kentsel koruma
 konusuna olumlu katkı ve katılımlarının sağlanması en önemli uygulama
 aracı olarak görülmektedir. Çocuk yaştan başlayarak ülkedeki kültürel
 zenginliğin ve kültür varlıklarının öğretilmesi, tanıtılması ve sevdirilmesi
 büyük önem taşımaktadır. Bu noktada sivil toplum örgütlerine (meslek  
 örgütleri, vakıflar, dernekler vb.) önemli görevler düşmektedir.


Sonuç Olarak; Ülkemizde Binlerce Yılda Oluşmuş Tarihsel Ve Kültürel Varlıkların Korunması Ve Gelecek Kuşaklara Aktarılması Konusunda On Yıllardır Süregelen İhmal Ve Yağmanın Sonucunda Gelinen Nokta, Bu Varlıkları Tümüyle Olmasa Bile, Büyük Bir Kısmını Kaybetme Noktasıdır.

Buna Önlem Alması Gerekli Merkezi Ve Yerel Yönetimlerin Bu Konularda Teknik Ve Mali Yetersizlikleri Ve Hatta Bilinçli İhmali Gözlenmektedir.  Buna Derhal Dur Denilmeli, “Sürdürülebilir Kalkınma” İçin Yukarıda Sıralanan Önerilerin Gerçekleştirilmesi İçin Çaba Gösterilmelidir. 

Kamu Kurum ve Kuruluşlarına, Sivil Toplum Örgütlerine, Özel Sektöre ve Her Bireye Düşen Görev, Kültürel Ve Tarihsel Değerlerin Korunması Çabalarında Aktif Yer Almaktır.







[1] 13 Nisan 1999, İstanbul, Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Kentsel Koruma ve Yenileme Disiplin Grubu tarafından düzenlenen, “7. KENTSEL KORUMA-YENİLEME ve UYGULAMALAR SEMİNERİ”, “KENTSEL KÜLTÜR MİRASININ KOLLANMASI ve DEĞERE KONMASINDA YENİ GELİŞMELER ve KAVRAMLAR” başlığı altında sunulmuştur.

(*) Kent Korumada Şehir Y. Plancısı (ODTÜ), Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilim Doktoru (SBF)
[2] 13.04.1989 Gün ve 3534 Sayılı Yasa
[3] Sürdürülebilir Kalkınma : “Sustainable Development” karşılığı olarak kullanılmaktadır.
[4] DİNÇERLER, V.,  1990., “Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı, 29-30 Kasım
  1989”, Açılış Konuşması, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, s.11.
[5] CAIN, E. J., 1990., y.a.g.e. s.17.
[6] CAIN, E. J., 1990., y.a.g.e. s.17. BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu;
  Ortak Geleceğimiz,  (Çeviren Belkis Çorakçı), Türkiye Çevre Sorunları Vakfı,
  Eylül 1989, s.77.
[7] BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu; Ortak Geleceğimiz,  (Çeviren 
  Belkis Çorakçı), Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, Eylül 1989, s.77.
[8] ÖZHAN, L.,1990, y.a.g.e. , s. 228. 
[9]  V. Beş Yıllık Kalkınma Programı, s.119.

[10] “Sürdürülebilir Kalkınma” ilkesi, 389 sayılı ve 9 Kasım 1989 tarihli Çevre Müsteşarlığının
   kuruluş ve Görevleri Hakkındaki  Yasa Hükmünde Kararname’nin 2. Maddesi’nde yer
  alarak, Türk Çevre Hukuku’nunda genel bir ilke olarak kabul edilmiştir.
[11] TİGREL, A.,1990, y.a.g.e. s. 29.
[12] CHAFFEY., J., 1990., y.a.g.e. s. 31.
[13] REPETTO, R., “World Resources Foundation”.
[14] FİSUNOĞLU, M., “Sürdürülebilir Kalkınma ve Ekonomi”, y.a.g.e. s.40.  
[15] TUNÇER, M., 1995, “Sürdürülebilir Kalkınma ve Tarihsel Çevre Koruma Politikası : Ankara, Bergama ve Şanlıurfa”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalı, Kent ve Çevre Bilim Doktora Programı.
[16] Negatif Katılım : Olumsuz yönde eylemlerde bulunma.

No comments: