BİTMEYEN SAĞLIK OCAĞI : KARAĞIL
KURTLARI YILDIRAN KIŞ
Mehmet Tunçer ANILAR 1 / 13 Eylül 2013 Ankara
Sağlık Bakanlığı’nın öncü
projelerinden olan “Sosyalizasyon Projesi” kapsamında 1963-1964 yıllarında
Doğu’da pek çok köye Sağlık Ocağı yapılmış ve yapımı sürmekteydi.. Babam bu
kapsamda doğuya gidecek olan doktorlar arasında “gönüllü” olarak yer almayı
kabul etmişti.. Ve 1963 sonbaharında Muş’un Bulanık İlçesi’nin Karaağıl
Köyündeki Sağlık Ocağı’na tayini çıktı..
Muş, Bulanık İlçesi, Karaağıl Köyü
Ben ilkokul birinci sınıftan ikiye
geçmiştim ve Merzifon’u bırakıp bavulları hazırlayıp, hurçları -çok
taşındığımızdan bir büyük tahta sandık, 3-4 tane yorgan yastık giysi konulan
hurç vardı her zaman hazır- toplayıp, dengimizi bağlayıp göç ettik Karaağıl
Köyüne.. Anneciğim tabii, bir yanda çocuklar, bir yanda evin derlenmesi
toplanması yorgun, perişan haldeydi her taşınmada olduğu gibi..Artık denkleri
bağlamaya yardım ediyor, yorganları, battaniyeleri, yastıkları tıkıyor,
tencereleri tavaları büyük bir sandığa dolduruyordurk.. Bu sandık en son
Bahçelievler 1. Caddedeki evimizin balkonundaydı yıllarca da durdu..
Muş, Bulanık İlçesi, Karaağıl Köyü Yazın çok güzel bir köyedü ama Kış gelince:(
Karaağıl köyü sonbaharda güzel
küçük bir köydü, ancak bizi tatsız bir sürpriz bekliyordu.. Çift camlı, kışa
dayanıklı inşa edileceği söylenen Sağlık Ocağı inşaatı bitmemişti ve daha birkaç
ay daha bitmeyecektiL
Bitmeyen Sağlık Ocağı inşaatı..
Köye geldiğimizde köyün ileri
gelenleri, 2 öğretmeni ve hocası bize önce birkaç gün okulun bir odasında
kalabileceğimizi, daha sonra da bu lojman bitene kadar bir köy evi
bulunabileceğini söylediler.. Önce birkaç gün okulun dersliğinde kaldık yer
yatağındaJ Zaten 1 büyük odaydı ve ortadan perdeyle
ikiye bölünmüştü.. Yerli malı haftası için hazırlanmış panolardaki fındık,
fıstık ve üzümleri yemek ne kadar da tatlı gelmiştiJ
Okulumuzda ise 1-2-3. Sınıfların
sıraları bir tarafta, 4-5. Sınıfların
sıraları diğer taraftaydı ve 2 öğretmene göre düzenlenmişti..
Daha sonra altında ahır olan ve
büyükbaşların arasından geçilerek üst kata gidilen 2 odalı bir düz damlı ev
bulundu.. Eve girerken ağır kokuların arasından geçilerek ve inekleri severek
üst kata gidiliyordu.. Genelde bütün evler hemen hemen alt katı bu şekilde
değerlendirmişler (!) ve ekolojik mimari örneği olarak büyükbaşların ısısından
ve gübresinden (tezek) yararlanarak yaşayagelmişler yüzlerce yıl..tabii ağır
koku hafifleyerek üst kata da geliyordu, ama bir süre sonra alışılıyordu tıpkı
kağıt fabrikalarının kokusu gibiJ
Neyse ki bir ay kadar (?) sonra
lojman tamamlandı eksiğiyle, ancak ne çift cam, ne de -25’lere kadar düşen
soğuya dayanıklı izolasyon yapılmamıştı.. Tekrar taşındık, köyün dışında bir
yere yapılan lojman ve sağlık ocağına.. Annem ve biz, babam köylere gittiğinde arkasından
ağlar, bazen günlerce yolunu gözlerdik kara kışta..
Babam da artık biraz Kürtçe
birkaç kelime öğrenmeye başlamıştı.. Bazılarını hatırlıyorum (Hatırladığım
Derim deşi (aslı Ku derê te diêşe? / Ku dera
te diêşe?) = Neren ağrıyor??) Çünkü çoğu hastalarla böyle
anlaşabiliyordu.. İşte burada okudum ilkokul 2. Sınıfı ve buradaki yaşantı ve
geçirilen dondurucu kış da da ayrı bir yazı konusu..
KURTLARI YILDIRAN KIŞ
Sanırım ilkokulda okumayı söktükten sonra
ilk okuduğum ve beni en çok etkileyen kitapların başında “Kurtları Yıldıran
Kış” gelir.
Bu kitaptaki kış gibi kışları doğuda, Muş’ta, Bulanık İlçesi ve Karaağıl Köyünde yaşadığımız 3 yıl boyunca (1964-65-66) gördük, yaşadık, mücadele ettik kar ve soğukla..
Bu kitaptaki kış gibi kışları doğuda, Muş’ta, Bulanık İlçesi ve Karaağıl Köyünde yaşadığımız 3 yıl boyunca (1964-65-66) gördük, yaşadık, mücadele ettik kar ve soğukla..
İlkokul 2 ve 3-4. Sınıfları
buralarda okudum.. Tabii genellikle şaka yaparım o yüzden hala kerrat cetvelini
bilmem diyeJ
Bazen -18-20’leri bulan soğuk
aslında kuru soğuk olduğundan mesela Antalya’nın İzmir’in, İstanbul’un -5-6
derecesi gibi insanın içine işlemez, soğuk ve kar ile birlikte çıkan güneşte
sanki bir kış baharı yaşardık zaman zaman. Zaten bir çocuk için en güzel
şeylerden biri değil mi kar, kardan adam, kızak kaynak, artopu oynamak, karda traktör
izi yapmak vd..
İşte bizim de babamın ve annemin
yaşadığı zorlu kışın yanında, onların korumasında yaşadığımız Karağıl ve daha sonra Bulanık
kışları da keyifli ve güzel anılar bıraktı bende.. Tabii, köpeklerden kaçarken
düştüğüm derenin buzlarının kırılması ile donma tehlikesi geçirdiğim Karaağıl,
Muş’ta otelin önünde babamın (Sağlık Ocağının) jeepinin üstüne önünde
durduğumuz otelin saçağından düşen ve içinde ezilme tehlikesi atlattığımız an,
kara saplanıp ancak atların yardımıyla kurtulduğumuz bir kaç kötü anı hariç..
Kar yağdığında, tek katlı
lojmanımızın önüne yığılır, biraz yumuşayınca kayanlar üst üste birikir ve
çatıya çıkacak basamak haline gelirdi.. Çatıdan kayarak karın üstüne inmek
harika bir duyguydu..Kar yağınca bazen günlerce durmak bilmez, her gün okul ile
lojman arasını küreyen hizmetliyi bezdirir, boyumuzu aşan galeriler içinde
okula giderdik.. Çoğu zaman da soğuktan tezek yakılan okul sobası yeterli
olmaz, hastalıktan kırılan zavallı çocuklar ölmesin diye birkaç gün tatil
edilirdi.. O zaman işte gün doğardı hepimize..
Karaağıl köyünde yağan kar
genellikle 4-5 ay Muş ve Bulanık ile irtibatı keser, babam genellikle jeep ile,
jeep işlemediği zamanlarda ise at sırtında çevre bağlı köylere acil hastalara
giderdi.. Annemin donmuş pencere önünde günlerce ağlayarak beklediğini, babamın
döndüğünde anlattığı hikayeleri ailece soba başında dinlerdik..
Günlerce sonra
çıktığı yolculuktan sonra anlattıkları masal gibi gelirdi, kaç kere kurtların
saldırısına uğramışlar ve tabancaları sayesinde canlarını zor kurtarmışlardı..
3-4 metreyi bulan kar yüzünden yol iz bulunmaz, kaybolma tehlikesi yaşarlardı..
Bir keresinde telefon direklerinin üstten takip ederek yolu bulmuşlardı..
Babamın yünden yapılmış dev eldivenlerine
iki elimiz birden sığar, Dr Jivagovari kalpağı ve tilki kuyruğundan atkısına
sarılırdık üşüdüğümüzde.. Evde donmamak mümkün değildi, çünkü elektrik
olmadığından kışı bir odaya sığınarak geçirmek zorundaydık, soba kurulur, ama
soba odanın içinde duvarların köşesinin buz tutmasını engellemezdi.. Camlar
zaten aylarca dışarısını göstermeyecek şekilde sürekli donuktu..her şey donar,
tuvalet kullanılmaz hale gelirdi, affedersiniz lazımlıklara bazen ihtiyaç
duyulur, tenekeler dolar ve araziye dökülürdüJ
Odun, kömür bulunmaz, köylüden
alınan tezekler lojmanın girişinde sıralı beklerdi.. Bu günlerde tezek yakarız diyen büyüklerimiz herhalde hayatlarında hiç tezek yapmamışlardır.. O kadar zor ve zahmetli bir iştir ki bu..Ayrıca pis ve mikroplu..
Odanın içinde kurulan
kuzinede sürekli su kaynar, tencerede yemek pişer, üstünde kestane kızartılır,
içinde börekler pişer, odanın içi harika kokardı.. Bu kokuyu hiç
unutmayacağım.. Soba boruları arada temizlenir, içinde birken kurum dışarı
atılır, kuzinenin düşen taşlarını babam ustalıkla yapıştırırdı..
Geceleri gaz lambası, ya da en
güzeli lüks lamba ile aydınlanır, bir masa çevresinde babam dahil ders
çalışırdık loş ışıkta, bazen lüks lambasının gömleği, bir esintide titrer ve
düşer, ışık yokolurdu, yeniden bir gömlek takmak ve onu parlak ışık verecek
hale getirmek babamın yaptığı en mahir işlerdendi..
Kışa girerken erzak stoğu yapılırdı, bir
çuval şeker (kırtlama koca koca şekerler, bir tanesi ile 10 bardak çay içilir)
, iki çuval un, bakliyat, kutu kutu büsküvit, kasa kasa gazozlar, beşi beş
kuruştan saman dolu kutularda 50’lik yumurta kolileri, yağ vb..Bazen yol
açılınca en yakın kasaba Bulanık’tan acil bazı ihtiyaçlar alınırdı.. Ekmekleri
köylü kadınlar tandırlarında pişirirlerdi, unu bazen verir yaptırırdık, bazen
de –genellikle- kendi yaptıkları undan alırdık..
Beyaz ekmek hemen hemen hiç
yoktu, hatta bir keresinde babamın getirdiği beyaz ekmeğin bir köşesini
yorganlar arasına saklamışım ve unutmuşumJ
farelerin bulduğu ekmeği yemek kısmet olmadı, annemden de bir sürü azar işittimJ
Esas facia karların erimesi
esnasındaydı, her yer çamur kaplanır, gece donan yerler, öğleye doğru çözünür,
donan su birikintilerini keyifle kırar, üstünde zıplardık.. Bir keresinde donan
Murat nehrinin üzerinde yürüdük ancak korkudan geri döndük.. Kızakla kaymak en
büyük keyifti, bulduğumuz her şeyle kayardık başlangıçta, sonrasında babamın
yaptığı bir kızak –eli ahşap işlerine, inşaata, marangozluğa çok yatkındı-
sırayla hepimize hizmet verdi kışlar boyunca..
Bolu’da yaşadığım yıllarda 30-40
cm kar yağdığında ne çok yağdı diyenlere güler, bu da kar mı, siz kar
görmemişsiniz demiştim..
İşte doğuda yaşadığımız kış
anıları, çocuklar için sonsuz keyif ve büyükler
için sonsuz eziyet!
No comments:
Post a Comment